
MURİSİN MAL SATMA YÖNÜNDE HİÇBİR İHTİYACI YOKKEN TAŞINMAZINI OĞLUNA DEVRETMESİ VE BEDELLER ARASINDA FAHİŞ FARK BULUNMASI NEDENİYLE MURİS MUVAZAASININ KOŞULLARI OLUŞMUŞTUR
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2023/1-270
Karar No : 2024/507
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 27.10.2022
SAYISI : 2022/2131 E., 2022/1806 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 26.04.2022 tarihli ve 2021/8802 Esas,
2022/3530 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tazminat ve tenkis davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince asıl ve birleşen davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın asıl ve birleşen dosyada davalılar vekili ve birleşen dosya davacısı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince birleşen dosya davacısının istinaf başvurusunun esastan reddine, davalıların istinaf başvurusunun kabulüyle İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı, asıl ve birleşen dosya davacıları vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı asıl ve birleşen dosya davacıları vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Asıl ve birleşen davada davacılar vekili; müvekkillerinin müteveffa Mehmet Ş.'ın kızları, davalı Ali Ş.'ın ise en küçük kardeşleri ve ailenin tek erkek evladı olduğunu, sağlığında babalarının oğlunu kayırdığını ve kız çocuklarından ayrı tuttuğunu, tüm mirasını davalı Ali ve torunu diğer davalı Bekir Ş.'a bırakacağını ifade ettiğini, muris ve davalı Ali Ş.'ın dava konusu İstanbul ili, Bakırköy ilçesi, Cevizlik mahallesi 7.9 ada, 138 parsel sayılı taşınmazı birlikte hareket ederek ve kendilerinden mal kaçırmak amacıyla satış gibi göstererek elden çıkarılmasını sağladıklarını, 18.10.2002 yılında murislerinin taşınmazdaki 160/640 hissesini davalı oğluna satış göstererek devretmesiyle ilk muvazaalı işlemin gerçekleştiğini oysa davalının bu tarihte yalnızca 22 yaşında ve babasının desteği ile hayatını idame ettiren bir kişi olduğunu ve pasaj olarak kullanılan çok kıymetli bir taşınmazın ¼ hisse bedelini ödemesinin mümkün olmadığını, görünürdeki işlemin muvazaa, gizlenen bağış iradesinin de şekil noksanı nedeniyle hüküm ifade etmediğini, müvekkillerinin söz konusu pasajın tümüyle elden çıkarılacağını öğrenmeleri üzerine 05.11.2012 tarihinde mahkemeye başvurarak 84 yaşındaki babalarına vasi atanmasını talep ettiklerini, yargılamanın sürüncemede kalmasını sağlayan davalının o süreçte satış işlemleri için gereken ortamı sağladığını ve 08.05.2013 tarihinde sadece 100.000,00 TL sermayeyle davalı şirketin kurulduğunu, hemen akabinde, 24.05.2013 tarihinde, hem davalının hem de murislerinin taşınmazdaki hisselerini 1.680.000,00 TL bedelle satış göstererek davalı şirkete devrettiklerini, bu devirden sonra babalarına vasi atanmış ise de o arada bankadaki paraların tamamının çekildiğini ve taşınmazın devredildiğini, şirkete yapılan devrin de muvazaalı olduğunun açık olduğunu zira o dönemde hiçbir maddi sorunu olmayan babalarının, yüklü miktarda kira getiren bir taşınmazı satmaya ihtiyacı olmadığını, üstelik sermayesi çok daha az olan bir şirketin, kurulduktan çok kısa bir süre sonra 30.000.000,00 TL değerindeki bir binayı satın almasının hayatın olağan akışı ile bağdaşmadığı gibi resmî satış senedinde gösterilen satış bedelinin de gerçek bedelin yirmi katı kadar düşük olmasının da satışın muvazaalı olduğunu açıkça gösterdiğini, satış yapıldığı iddia olunmasına rağmen babalarının vefatından sonra banka hesaplarında bu paraya rastlanmadığını, dava konusu taşınmazın satışından çok kısa süre sonra, 19-20 Haziran 2013 tarihlerinde, bu kez taşınmazın arkasındaki taşınmazın da davalı Ali Ş. tarafından satın alındığını ve tüm hissesini bundan bir ay kadar sonra yine diğer davalı şirkete devrettiğini, bu durumun dahi davalıların birlikte hareket ettiğinin göstergesi olduğunu, hatta davalının yaklaşık dört yıl sonra aynı usulle karşı binayı da satın aldığını ve bu suretle müvekkillerine hiçbir pay bırakmaksızın murisin mal varlığını edinip kendi amaçları doğrultusunda yatırım yaptığını, görünüşte hiçbir mal varlığı olmayan davalının açılacak davalarda müvekkillerinin alacaklarına kavuşmasına engel olmak için 1994 doğumlu diğer davalı Bekir Ş. üzerinden muvazaalı işlemler yapmaya devam ettiğini, tüm bu muvazaalı işlemler silsilesi ile müvekkillerinin hakları ellerinden alındığı gibi satış tarihinde 84 yaşında olan ve sonrasında kısıtlanmasına karar verilen murislerinin yaptığı işlemin ehliyetsizlik nedeniyle de iptali gerektiğini ileri sürerek; her iki satış işleminin muvazaa nedeniyle iptalini, taşınmazın miras hisseleri oranında müvekkilleri adına tescilini, şirkete yapılan devrin muvazaalı olmadığı sonucuna varılacak olur ise ilk satışa konu 160/640 hisse bedelinin gerçek rayicinin tespiti ile hisseleri oranında müvekkiline ödenmesini, ikinci satışın ise ehliyetsizlik nedeniyle iptali ile hisseleri oranında müvekkilleri adına tescile karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
1. Davalı Ali Ş. ve Bekir Ş. vekili; beş kız, bir erkek çocuk sahibi olan ve kira gelirleriyle hayatını sürdüren murisin sağlığında tüm çocuklarına çok düşkün olduğunu, hepsinin iyi bir hayat yaşaması için gayret ettiğini, kızları evlenirken aşırı yardımlarda bulunduğu gibi çalışmadıkları hâlde primlerini ödeyerek emekli olmalarını sağladığını, gerek eşlerinin kurduğu şirketlere gerek torunlarının eğitimine gerekse kızlarının maddi ihtiyaçlarına her zaman fazlasıyla destek verdiğini, torunlarına arabalar aldığını, miras paylarına karşılık kızlarının oturduğu evleri temlik ettiğini ve karşılıksız kazandırmalarda bulunduğunu, eşinin vefatı sonrası kızlarının yanında kalan murisin kızlarının mal telaşına düşmesi, onu mahkemeler ve sağlık raporlarıyla uğraştırması yüzünden çöküntü yaşayıp sonrasında rahatsızlanarak vefat ettiğini, müvekkili Ali Ş.'ın erken yaşlarda ticari hayata atıldığını ve kısa sürede büyük başarılar kazandığını, daha askere gitmeden tekstil firması kurduğunu, borsa ve emlak işlerinde ciddi kazançlar sağladığını, babasının maddi desteği ile değil kendi gayret ve azmiyle bir yerlere geldiğini, kız çocuklara yapılan yardımların hiçbirinin müvekkiline yapılmadığını, dava dilekçesinde bahsi geçen tüm satışların gerçek satışlar olduğunu, müvekkilinin amcası ve babasından toplam 160/640 hisseyi bedelini ödeyerek satın aldığını, üstelik ilk satışın yapıldığı 2002 yılında 22 değil 32 yaşında ve İstanbul'un en işlek caddelerinden birinde tekstil mağazası sahibi olduğunu, davacıların murisin mal satmaya ihtiyacı olmadığı yönündeki iddiasının da gerçeği yansıtmadığı, kızlarının ve ailelerinin ihtiyaçlarının bu şekilde karşılandığını, yine ikinci satışın da mal kaçırma kastıyla ve muvazaalı olarak yapıldığı iddiasının gerçeği yansıtmadığını, şirket hissedarı dava dışı kişilerin oldukça varlıklı olduğunu ve kısa sürede şirket sermayesinin 14.400.000,00 TL'ye yükseldiğini, müvekkillerinin söz konusu şirket ve sahipleri ile hiçbir bağlantısı ve tanışıklığı olmadığını, satış bedelinin düşük gösterilmesinin tek başına muvazaa iddiasını ispata yetmeyeceğini, hisselerine düşen satış bedelinin davacıların hesaplarına gönderildiğini, diğer hissedarlar dinlendiğinde satışın gerçek olduğunun ortaya çıkacağını, murisin mal kaçırma kastı olsaydı tüm menkul ve gayrimenkullerini devredebilecek durumda olduğunu oysa ölümünden önce murisin tüm mal varlığını davacılar ve diğer kızları arasında paylaştırdığını, murisin akıl sağlının yerinde olmadığı iddiasının da gerçekle bağdaşmadığını belirterek asıl ve birleşen davaların reddini savunmuştur.
2. Davalı şirket vekili; müvekkilinin söz konusu taşınmazı 9.900.000 USD bedelle, o günkü karşılığıyla 18.000.000,00 TL'ye satın aldığını, zorlama ithamlarla davaya dâhil edildiklerini, kendilerine husumet yöneltilemeyeceğini, satış sırasında Mehmet Ş.'ın akıl sağlığının yerinde olduğu yönünde rapor alındığını, devrin yalnızca davalılarca yapılmadığını, taşınmazdaki diğer hissedarlar Hüsniye ve Mustafa Rahmi Ş.'ın da hisselerini devrettiklerini, satış bedelinin tüm hissedarların banka hesaplarına eksiksiz bir şekilde gönderildiğini, müvekkili yönünden davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
1. Bakırköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 05.11.2020 tarihli ve 2017/201 Esas, 2020/258 Karar sayılı kararı ile; davacıların ehliyetsizlik iddiasının yerinde olmadığı, Ali Ş.'ın 18.10.2002 tarihinde satış yolu ile devraldığı hisse ile ilgili muvazaa iddiası yönünden dinlenen tanık beyanları, getirilen kayıtlar ile murisin kızlarının emekli olması için veya dönem dönem bazı ihtiyaçlarından kaynaklı maddi olarak destekte bulunduğu anlaşılmakla beraber oğlu davalı Ali Ş.'ı tüm maddi gücü ile kollayıp gözettiği, kızlarına bir babanın olağan hayat koşulları içerisindeki desteğinden öte katkısının olmadığı, bir başka anlatımla mal varlığının tamamı veya bir kısmını hoşgörüyle karşılanabilecek makul ölçüler içerisinde paylaştırmadığı, davalı tarafça satış bedelinin murise ödendiğine ilişkin delil sunulamadığı dikkate alındığında murisin bu hisseyi para alarak değil davalı oğluna bedelini almadan muvazaalı olarak devrettiği, muris ve davalı Ali Ş.'ın taşınmazdaki hisselerini davalı şirkete devirlerindeki muvazaa iddiası yönünden ise murisin kendisine vasi atanmasını talep etmeleri yüzünden kızlarına kızgın olduğu, ihtiyacı olmadığı hâlde dava konusu yerdeki hissesini davalı oğlu ile birlikte davalı şirkete devrettiği, davalı şirket satışın gerçek olduğunu ve bedelin ödendiğini savunmuşsa da gelen vergi kayıtlarından davalı şirketin kurulduktan sonra ticari faaliyette bulunduğuna dair hiçbir bilgiye rastlanılmadığı, ayrıca satış için çekilen kredi nedeniyle taşınmazın gerçek değerinden çok daha yüksek miktarda ipotek tesis edilmiş olması vb. hususlar gözetildiğinde şirketin iyi niyetli üçüncü kişi yaratmak için davalı, muris ve şirket ortaklarının iş birliği ile kurulduğu ve muvazaalı olarak yapılan devrin mirasçılardan mal kaçırmak amacını taşıdığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın kabulüne, davalı şirket adına devredilen tapu kaydının iptali ile miras payları oranında davacılar adına tesciline karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl ve birleşen dosyada davalılar vekilleri ve birleşen dosyada davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 29.06.2021 tarihli ve 2021/192 Esas, 2021/1100 Karar sayılı kararı ile; vesayet dosyasında murisin 2014 yılı itibarıyla ehliyetli olduğu tespit edildiğinden dava konusu tasarruf işlemi yönünden ehliyetsizlik iddiasının yerinde olmadığı, bu durumda 2002 yılında 145 payın devri ve 2013 yılında 416 payın devrine ilişkin tasarruf işlemlerinin muris muvazaası iddiası yönünden ele alınması gerektiği, murisin davalı oğlu Ali Ş.'a 2002 yılında 160 pay devrettiği ileri sürülmüş ise de davalıya devredilen payın 145/640 pay olduğu, davalının bakiye 15 payı diğer hissedarlardan edinildiği, söz konusu devir tarihinde murisin aktif ticaret hayatı içinde yer aldığı, dava konusu taşınmazın pasaj olduğu, murisin ev tekstil mağazası işlettiği ve diğer dükkanları kiraladığı, davalı Ali Ş.'ın murisin tek oğlu olduğu ve onunla birlikte ticaretle uğraştığı, murisin toplam 561 payından 416 payı üzerinde tutarak 145 payı birlikte çalıştığı oğluna devretmesinde sahip olduğu payın tamamını devretme olanağı varken büyük kısmını üzerinde tutması, yine bu taşınmaz dışında başkaca taşınmazlarda tasarruf etmemesi, devir tarihi ve öncesinde davacı kızları ile arasında onlardan mal kaçırmasını gerektirecek bir anlaşmazlık ya da husumet olmaması, satış bedelinin resmî akitte düşük gösterilmesinin mirasçılardan mal kaçırma iradesi ile muvazaa yapıldığının kabulü için tek başına yeterli bir ölçüt olmaması dikkate alındığında ispat yükü üzerinde olan asıl dosya davacıları ve birleşen dosya davacısı tarafından ilk satış yönünden murisin mirasçılardan mal kaçırma iradesi ile muvazaalı olarak çekişme konusu tasarruf işlemini yaptığı iddiasının ispatlanamadığı, bu nedenlerle 160 paya ilişkin tapu iptal ve tescil ile bedelin tazmini istemlerinin reddi gerektiği, ikinci satış yönünden de murisin mirasçılardan mal kaçırma iradesi ile muvazaalı olarak çekişme konusu tasarruf işlemini yaptığı iddiasının ispatlanamadığı gerekçesiyle birleşen dosya davacısının istinaf başvurusunun esastan reddine, davalıların istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl ve birleşen dosya davacıları vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; “… 3.2.1. Mirasbırakanın ölüm tarihine göre terekesinin elbirliği mülkiyetine tabi olduğu ve dava dışı başkaca mirasçılarının bulunduğu kayden sabittir. Terekeye karşı yapılan mülkiyetten kaynaklanan haksız fiil niteliğindeki muris muvazaası ve elatmanın önlenmesi gibi davaların dışında ehliyetsizlik, vekalet görevinin kötüye kullanılması vs gibi davalarda terekeyi temsil eden tüm mirasçıların bir arada hareket etmek suretiyle davayı birlikte açmaları, ayrıca, mirasçılardan bir tanesinin terekeye iade şeklinde dava açması halinde de tüm mirasçıların davada muvafakatlerinin sağlanması, aksi takdirde terekenin atanacak temsilci marifetiyle davada temsil edilmesi ve yürütülmesi gerekeceği ( TMK. 640. Md. ) tartışmasızdır.
3.2.2. Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun 706 ncı, Türk Borçlar Kanunu'nun 237 nci ve Tapu Kanunu'nun 26 ncı maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
3.2.3. 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) 6 ncı maddesi “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmünü, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 190 ıncı maddesinin birinci fıkrası ise “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmünü düzenlemiştir.
3.3. Değerlendirme
3.2.1. Dosya içeriğinden; dava konusu 7.9 ada 138 parsel sayılı taşınmazın 561/640 payı mirasbırakan Mehmet’e ait iken, mirasbırakanın 18.10.2002 tarihinde 145/640 payını davalı oğlu Ali’ye temlik ettiği, Ali’nin de 24.05.2013 tarihinde 160/640 payını, mirasbırakanın kalan 416/ 640 payını, dava dışı paydaşlar Mustafa Rahmi ile Hüsniye’nin de paylarını davalı Şirket’e temlik ettikleri, mirasbırakanın 11.10.2016 tarihinde ölümüyle geriye mirasçı olarak çocukları Emeti, Seher, Belkız, Zinet, Yıldız ve Ali’nin kaldığı anlaşılmıştır.
3.3.3. Hemen belirtilemelidir ki, ehliyetsizlik hukuki sebebine dayalı olarak terekeye nazaran üçüncü kişiye karşı pay oranında açılan davanın dinlenme olanağı bulunmadığı için Bölge Adliye Mahkemesince ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı taleplerin reddine karar verilmesi doğrudur. Asıl ve birleştirilen davada davacıların bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının reddine.
3.3.4. Asıl ve birleştirilen davada davacıların muris muvazaasına ilişkin davalı Şirket yönünden temyiz itirazlarının incelenmesinde; (IV/3) paragrafta belirtildiği üzere davalı Şirket tarafından taşınmazın alındığının ve bedelinin ödendiğinin dosya kapsamında sabit olduğu anlaşılmakla davalı Şirket yönünden davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur.
3.3.5. Asıl ve birleştirilen davada davacıların muris muvazaasına ilişkin davalı Bekir yönünden temyiz itirazlarının incelenmesinde; davacıların davalı Bekir’e yönelik taleplerinin tenkise konu olacağı ve miras payının iade isteğinin ise HMK’nin 190 ıncı TMK’nin 6 ncı maddeleri uyarınca usulünce ispat edilemediği gözetilerek davalı Bekir yönünden davanın reddine karar verilmesi de doğrudur.
3.3.6. Asıl ve birleştirilen davada davacıların muris muvazaasına ilişkin davalı Ali yönünden temyiz itirazlarının incelenmesinde; dinlenen tanık beyanları, davalı Ali’nin sosyal ve ekonomik durumu, mirasbırakanın 2002 tarihi itibariyle mal satmaya ihtiyacının olmaması, davalının tek erkek çocuk olması ve murisle birlikte çalışması durumları dosya kapsamında değerlendirildiğinde davalı Ali’ye temlik edilen 145/640 payın devrinin muvazaalı olduğu anlaşılmakla davalı Ali her ne kadar payını davalı Şirket’e temlik etmiş ise de davacıların tapu iptali ve tescili olmadığı takdirde bedel istekleri olduğu gözetilerek temlike konu 145/640 payın temlik tarihindeki mevcut halinin dava tarihindeki rayiç bedeli üzerinden davacıların her birinin miras payına düşen bedele hükmederek davalı Ali yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru değildir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile ilk karar gerekçesini tekrarla direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde asıl ve birleşen dosya davacıları vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
1. Asıl dosya davacıları vekili; istinaf incelemesinin usule uygun yapılmadığını, yapılan temliklerin muvazaalı olduğunu ve davalı Ali Ş. dışındaki mirasçıları haklarından mahrum etmek amacını taşıdığının dosyaya sunulan delillerle ispatlandığını, direnmeye konu devir yönünden davalı Ali Ş.'ın satış bedelini ödediği yönünde hiçbir delil sunamadığını, Bölge Adliye Mahkemesinin delilleri hatalı değerlendirdiğini ileri sürerek kararın bozulmasını istemiştir.
2. Birleşen dosya davacısı vekili; ehliyetsizlik iddiaları yönünden yapılan menfi değerlendirmenin yerinde olmadığını, gerek ilk gerekse ikinci temlikin muvazaalı olduğunu ve davalı Ali Ş. dışındaki mirasçıları haklarından mahrum etmek amacıyla yapıldığını, Bölge Adliye Mahkemesinin aksi yöndeki değerlendirmesinin hatalı olduğunu belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; murisin davalı Ali Ş.'a 145/640 payını devrine ilişkin 18.10.2002 tarihli temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacı tarafça ispat edilip edilemediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 18 inci] maddesinin birinci fıkrası.
2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı.
2. Değerlendirme
1. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde tazminat ve tenkis istemine ilişkindir.
2. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; "Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir" şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, C. I, Ankara 2021, s. 819).
3. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Kanun'un 19 uncu [818 sayılı Kanun'un 18 inci] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında "Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır" hükmüne yer verilmiştir.
4. Söz konusu kavram tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları şeklinde tanımlanabilir.
5. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
6. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
7. Somut uyuşmazlıkta davanın konusunu oluşturan ve "muris muvazaası" olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.
8. Türk Borçlar Kanunu'nun yukarıda yer verilen genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı oluşturmaktadır.
9. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiş olup söz konusu karar miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
10. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda "tam muvazaa" özelliği de taşınmaktadır.
11. Muris muvazaasını diğer nispi muvazaa hâllerinden ayıran unsur, muvazaanın mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmış olması koşuludur. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
12. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
13. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
14. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
15. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.
16. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi; davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
17. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.
18. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; öncelikle ehliyetsizlik ve ikinci satışın muvazaalı olduğu yönündeki iddiaların aşamalarda yerinde görülmeyerek reddedildiği ve bu suretle kesinleşerek Hukuk Genel Kurulunun incelemesi dışında kaldığı belirtilmelidir. Direnmeye konu uyuşmazlık noktasını teşkil eden 18.10.2002 tarihli pay devri yönünden yapılan değerlendirmede; miras bırakanın dava konusu olan ve o dönemde iş hanı olarak kullanılan taşınmazın 561/640 payının maliki olduğu, bu iş hanı içerisinde tekstil dükkânı işlettiği ve diğer dükkânları da kiralamak suretiyle ticari hayatını sürdürdüğü, tek erkek çocuk olan davalı Ali Ş.'ın babasının yanında çalışmaya başladığı, bu dönemde miras bırakanın mal satma yönünde hiçbir ihtiyacı yokken taşınmazdaki 145/640 payını oğluna devrettiği, senette gösterilen bedel ile devir tarihindeki rayiç değer arasında fahiş fark bulunduğu gibi davalının satış bedelinin ödendiği yönünde herhangi bir delil sunamadığı anlaşılmakla, dosya kapsamındaki deliller hep birlikte değerlendirildiğinde söz konusu devrin gerçek bir satış olmadığı ve diğer mirasçılardan mal kaçırma amacı taşıdığı sonucuna varılmıştır.
19. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; muris muvazaasından bahsedilebilmesi için gerçek bir satış olmaması yahut satış bedelinin ödenmemiş olmasının tek başına yeterli olmadığı, diğer koşul olan mirasçılardan mal kaçırma saikiyle hareket edilmesi şartının gözden kaçırılmaması gerektiği, somut olayda miras bırakanın birlikte çalıştığı ve tek erkek evlat olması nedeniyle vefatından sonra da kendisinden kalan işi devam ettireceğini düşündüğü davalı Ali Ş.'a büyük pay sahibi olduğu iş hanının yalnızca bir bölümünü devretmiş olmasının hayatın olağan akışına uygun olduğu, bu dönemde babanın diğer çocuklarıyla aralarında hiçbir olumsuzluk bulunmadığı gibi dava konusu taşınmaz dışında tüm mirasçılarına yetecek düzeyde mal varlığının da mevcut olduğu gözetildiğinde direnme gerekçesinin yerinde olduğu ve hükmün onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
20. Hâl böyle olunca Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
21. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Asıl ve birleşen dosya davacıları vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca direnme kararını veren Bölge Adliye Mahkemesine, kararın bir örneğinin İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine,
09.10.2024 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
"K A R Ş I O Y"
1. Dava muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil, bu olmadığı takdirde tazminat istemine ilişkindir.
2. Asıl ve birleşen dosyada davacılar, dava konusu olan ve iş hanı olarak kullanıldığı anlaşılan taşınmazda murislerinin sahip olduğu payın bir bölümünü 18.10.2002 yılında davalı Ali Ş.'a satış göstererek temlik etmesinin, sonrasında 24.05.2013 tarihinde hem murisin kalan payını hem de davalı Ali Ş.'ın kendi üzerindeki payını diğer davalı şirkete devretmelerinin tümüyle mirasçılardan mal kaçırma amacı taşıdığını, ikinci devir tarihi itibarıyla murisin hukuki işlem ehliyetini haiz olmadığını ileri sürmüşlerdir.
3. İlk Derece Mahkemesi ehliyetsizlik iddiasını yerinde görmemiş ve fakat her iki satışın da muvazaalı olduğu gerekçesiyle davaları kabul etmiş, Bölge Adliye Mahkemesi ise muris muvazaası iddiasının ispatlanamadığını belirterek davaların reddine karar vermiştir. Özel Dairece yapılan temyiz incelemesi sonunda, ehliyetsizlik ve ikinci devir işlemiyle ilgili temyiz itirazları reddedilmekle bu yönler Hukuk Genel Kurulunun incelemesi dışında kalmış, bu suretle direnme konusu uyuşmazlık 18.10.2002 tarihli pay temlikinde düğümlenmiştir.
4. Hukuk Genel Kurulunun 13.02.2023 tarihli, 2022/1-821 Esas, 2023/1222 Karar sayılı kararında da vurgulandığı üzere satış olarak gösterilmesine rağmen temlik gerçekte bedelsiz olarak yapılsa dahi muris muvazaasına ilişkin 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında temlikin iptal edilebilmesi için sadece muvazaalı olması yeterli olmayıp muvazaalı işlemin aynı zamanda muris tarafından mal kaçırma kastıyla yapılması ve mal kaçırma kastının da davacı tarafça usulüne uygun şekilde ispat edilmesi gerekmektedir.
5. Bu yöndeki ispat faaliyetinde miras bırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır. Fiili karineler de denilen bu objektif olgular, tarafların iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Bu fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği kuşkusuzdur (Hukuk Genel Kurulunun 06.03.2024 tarihli, 2022/1-947 Esas, 2024/164 Karar sayılı kararı).
6. Somut olayda murisin davaya konu ilk temlik tarihi itibarıyla mirasçılarından mal kaçırma amacıyla hareket ettiği yönünde hiçbir tanık ifadesi bulunmadığı gibi dosya kapsamında sunulan delillerle murisin çocuklarından birini diğerlerine göre üstün tutarak onlara mal bırakmak istememesini gerektirecek herhangi bir olumsuz beşeri ilişkisi, muris ile davacılar arasında temlik tarihinde mal kaçırmayı gerektirecek bir husumeti ortaya konulmamıştır. Aksine ömrünün son birkaç yılına kadar murisin çocuklarıyla birbirlerine bağlı ve uyumlu şekilde yaşadıkları, murisin sağlığında imkânları elverdiğince tüm çocuklarına ve ailelerine destek olmaya çalıştığı, kızlarının emekli olmalarını sağladığı, ölümünden sonra geriye tek mal varlığı olarak dava konusu taşınmazı bırakmadığı, terekesinde daha pek çok taşınmaz bulunduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan satış bedelinin resmî akitte düşük gösterilmesi tek başına mirasçılardan mal kaçırma iradesini ispata yeterli sayılamayacağı gibi, murisin birlikte çalıştığı ve tek erkek evlat olması nedeniyle vefatından sonra da kendisinden kalan işi devam ettireceğini düşündüğü davalı Ali Ş.'a, taşınmazda çok daha fazla paya sahip olmasına rağmen büyük payı elinde tutarak, işlettiği iş hanının yalnızca bir bölümüne tekabül eden payını devretmiş olması da hayatın olağan akışına uygun bir durumdur ve diğer çocuklarından mal kaçırma amacıyla hareket ettiğini göstermemektedir.
7. Hâl böyle olunca; aynı yöne işaret eden direnme gerekçesinin yerinde olduğu ve kararın onanması gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan, sayın çoğunluğun aksi yöndeki görüşlerine iştirak etmemiz mümkün olmamıştır.
Birinci Başkanvekili Üye
Adem Albayrak Dr. Hamit Yelken
MURİSİN MAL SATMA YÖNÜNDE HİÇBİR İHTİYACI YOKKEN TAŞINMAZINI OĞLUNA DEVRETMESİ VE BEDELLER ARASINDA FAHİŞ FARK BULUNMASI NEDENİYLE MURİS MUVAZAASININ KOŞULLARI OLUŞMUŞTUR
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2023/1-270
Karar No : 2024/507
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 27.10.2022
SAYISI : 2022/2131 E., 2022/1806 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 26.04.2022 tarihli ve 2021/8802 Esas,
2022/3530 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tazminat ve tenkis davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince asıl ve birleşen davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın asıl ve birleşen dosyada davalılar vekili ve birleşen dosya davacısı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince birleşen dosya davacısının istinaf başvurusunun esastan reddine, davalıların istinaf başvurusunun kabulüyle İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı, asıl ve birleşen dosya davacıları vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı asıl ve birleşen dosya davacıları vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Asıl ve birleşen davada davacılar vekili; müvekkillerinin müteveffa Mehmet Ş.'ın kızları, davalı Ali Ş.'ın ise en küçük kardeşleri ve ailenin tek erkek evladı olduğunu, sağlığında babalarının oğlunu kayırdığını ve kız çocuklarından ayrı tuttuğunu, tüm mirasını davalı Ali ve torunu diğer davalı Bekir Ş.'a bırakacağını ifade ettiğini, muris ve davalı Ali Ş.'ın dava konusu İstanbul ili, Bakırköy ilçesi, Cevizlik mahallesi 7.9 ada, 138 parsel sayılı taşınmazı birlikte hareket ederek ve kendilerinden mal kaçırmak amacıyla satış gibi göstererek elden çıkarılmasını sağladıklarını, 18.10.2002 yılında murislerinin taşınmazdaki 160/640 hissesini davalı oğluna satış göstererek devretmesiyle ilk muvazaalı işlemin gerçekleştiğini oysa davalının bu tarihte yalnızca 22 yaşında ve babasının desteği ile hayatını idame ettiren bir kişi olduğunu ve pasaj olarak kullanılan çok kıymetli bir taşınmazın ¼ hisse bedelini ödemesinin mümkün olmadığını, görünürdeki işlemin muvazaa, gizlenen bağış iradesinin de şekil noksanı nedeniyle hüküm ifade etmediğini, müvekkillerinin söz konusu pasajın tümüyle elden çıkarılacağını öğrenmeleri üzerine 05.11.2012 tarihinde mahkemeye başvurarak 84 yaşındaki babalarına vasi atanmasını talep ettiklerini, yargılamanın sürüncemede kalmasını sağlayan davalının o süreçte satış işlemleri için gereken ortamı sağladığını ve 08.05.2013 tarihinde sadece 100.000,00 TL sermayeyle davalı şirketin kurulduğunu, hemen akabinde, 24.05.2013 tarihinde, hem davalının hem de murislerinin taşınmazdaki hisselerini 1.680.000,00 TL bedelle satış göstererek davalı şirkete devrettiklerini, bu devirden sonra babalarına vasi atanmış ise de o arada bankadaki paraların tamamının çekildiğini ve taşınmazın devredildiğini, şirkete yapılan devrin de muvazaalı olduğunun açık olduğunu zira o dönemde hiçbir maddi sorunu olmayan babalarının, yüklü miktarda kira getiren bir taşınmazı satmaya ihtiyacı olmadığını, üstelik sermayesi çok daha az olan bir şirketin, kurulduktan çok kısa bir süre sonra 30.000.000,00 TL değerindeki bir binayı satın almasının hayatın olağan akışı ile bağdaşmadığı gibi resmî satış senedinde gösterilen satış bedelinin de gerçek bedelin yirmi katı kadar düşük olmasının da satışın muvazaalı olduğunu açıkça gösterdiğini, satış yapıldığı iddia olunmasına rağmen babalarının vefatından sonra banka hesaplarında bu paraya rastlanmadığını, dava konusu taşınmazın satışından çok kısa süre sonra, 19-20 Haziran 2013 tarihlerinde, bu kez taşınmazın arkasındaki taşınmazın da davalı Ali Ş. tarafından satın alındığını ve tüm hissesini bundan bir ay kadar sonra yine diğer davalı şirkete devrettiğini, bu durumun dahi davalıların birlikte hareket ettiğinin göstergesi olduğunu, hatta davalının yaklaşık dört yıl sonra aynı usulle karşı binayı da satın aldığını ve bu suretle müvekkillerine hiçbir pay bırakmaksızın murisin mal varlığını edinip kendi amaçları doğrultusunda yatırım yaptığını, görünüşte hiçbir mal varlığı olmayan davalının açılacak davalarda müvekkillerinin alacaklarına kavuşmasına engel olmak için 1994 doğumlu diğer davalı Bekir Ş. üzerinden muvazaalı işlemler yapmaya devam ettiğini, tüm bu muvazaalı işlemler silsilesi ile müvekkillerinin hakları ellerinden alındığı gibi satış tarihinde 84 yaşında olan ve sonrasında kısıtlanmasına karar verilen murislerinin yaptığı işlemin ehliyetsizlik nedeniyle de iptali gerektiğini ileri sürerek; her iki satış işleminin muvazaa nedeniyle iptalini, taşınmazın miras hisseleri oranında müvekkilleri adına tescilini, şirkete yapılan devrin muvazaalı olmadığı sonucuna varılacak olur ise ilk satışa konu 160/640 hisse bedelinin gerçek rayicinin tespiti ile hisseleri oranında müvekkiline ödenmesini, ikinci satışın ise ehliyetsizlik nedeniyle iptali ile hisseleri oranında müvekkilleri adına tescile karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
1. Davalı Ali Ş. ve Bekir Ş. vekili; beş kız, bir erkek çocuk sahibi olan ve kira gelirleriyle hayatını sürdüren murisin sağlığında tüm çocuklarına çok düşkün olduğunu, hepsinin iyi bir hayat yaşaması için gayret ettiğini, kızları evlenirken aşırı yardımlarda bulunduğu gibi çalışmadıkları hâlde primlerini ödeyerek emekli olmalarını sağladığını, gerek eşlerinin kurduğu şirketlere gerek torunlarının eğitimine gerekse kızlarının maddi ihtiyaçlarına her zaman fazlasıyla destek verdiğini, torunlarına arabalar aldığını, miras paylarına karşılık kızlarının oturduğu evleri temlik ettiğini ve karşılıksız kazandırmalarda bulunduğunu, eşinin vefatı sonrası kızlarının yanında kalan murisin kızlarının mal telaşına düşmesi, onu mahkemeler ve sağlık raporlarıyla uğraştırması yüzünden çöküntü yaşayıp sonrasında rahatsızlanarak vefat ettiğini, müvekkili Ali Ş.'ın erken yaşlarda ticari hayata atıldığını ve kısa sürede büyük başarılar kazandığını, daha askere gitmeden tekstil firması kurduğunu, borsa ve emlak işlerinde ciddi kazançlar sağladığını, babasının maddi desteği ile değil kendi gayret ve azmiyle bir yerlere geldiğini, kız çocuklara yapılan yardımların hiçbirinin müvekkiline yapılmadığını, dava dilekçesinde bahsi geçen tüm satışların gerçek satışlar olduğunu, müvekkilinin amcası ve babasından toplam 160/640 hisseyi bedelini ödeyerek satın aldığını, üstelik ilk satışın yapıldığı 2002 yılında 22 değil 32 yaşında ve İstanbul'un en işlek caddelerinden birinde tekstil mağazası sahibi olduğunu, davacıların murisin mal satmaya ihtiyacı olmadığı yönündeki iddiasının da gerçeği yansıtmadığı, kızlarının ve ailelerinin ihtiyaçlarının bu şekilde karşılandığını, yine ikinci satışın da mal kaçırma kastıyla ve muvazaalı olarak yapıldığı iddiasının gerçeği yansıtmadığını, şirket hissedarı dava dışı kişilerin oldukça varlıklı olduğunu ve kısa sürede şirket sermayesinin 14.400.000,00 TL'ye yükseldiğini, müvekkillerinin söz konusu şirket ve sahipleri ile hiçbir bağlantısı ve tanışıklığı olmadığını, satış bedelinin düşük gösterilmesinin tek başına muvazaa iddiasını ispata yetmeyeceğini, hisselerine düşen satış bedelinin davacıların hesaplarına gönderildiğini, diğer hissedarlar dinlendiğinde satışın gerçek olduğunun ortaya çıkacağını, murisin mal kaçırma kastı olsaydı tüm menkul ve gayrimenkullerini devredebilecek durumda olduğunu oysa ölümünden önce murisin tüm mal varlığını davacılar ve diğer kızları arasında paylaştırdığını, murisin akıl sağlının yerinde olmadığı iddiasının da gerçekle bağdaşmadığını belirterek asıl ve birleşen davaların reddini savunmuştur.
2. Davalı şirket vekili; müvekkilinin söz konusu taşınmazı 9.900.000 USD bedelle, o günkü karşılığıyla 18.000.000,00 TL'ye satın aldığını, zorlama ithamlarla davaya dâhil edildiklerini, kendilerine husumet yöneltilemeyeceğini, satış sırasında Mehmet Ş.'ın akıl sağlığının yerinde olduğu yönünde rapor alındığını, devrin yalnızca davalılarca yapılmadığını, taşınmazdaki diğer hissedarlar Hüsniye ve Mustafa Rahmi Ş.'ın da hisselerini devrettiklerini, satış bedelinin tüm hissedarların banka hesaplarına eksiksiz bir şekilde gönderildiğini, müvekkili yönünden davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
1. Bakırköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 05.11.2020 tarihli ve 2017/201 Esas, 2020/258 Karar sayılı kararı ile; davacıların ehliyetsizlik iddiasının yerinde olmadığı, Ali Ş.'ın 18.10.2002 tarihinde satış yolu ile devraldığı hisse ile ilgili muvazaa iddiası yönünden dinlenen tanık beyanları, getirilen kayıtlar ile murisin kızlarının emekli olması için veya dönem dönem bazı ihtiyaçlarından kaynaklı maddi olarak destekte bulunduğu anlaşılmakla beraber oğlu davalı Ali Ş.'ı tüm maddi gücü ile kollayıp gözettiği, kızlarına bir babanın olağan hayat koşulları içerisindeki desteğinden öte katkısının olmadığı, bir başka anlatımla mal varlığının tamamı veya bir kısmını hoşgörüyle karşılanabilecek makul ölçüler içerisinde paylaştırmadığı, davalı tarafça satış bedelinin murise ödendiğine ilişkin delil sunulamadığı dikkate alındığında murisin bu hisseyi para alarak değil davalı oğluna bedelini almadan muvazaalı olarak devrettiği, muris ve davalı Ali Ş.'ın taşınmazdaki hisselerini davalı şirkete devirlerindeki muvazaa iddiası yönünden ise murisin kendisine vasi atanmasını talep etmeleri yüzünden kızlarına kızgın olduğu, ihtiyacı olmadığı hâlde dava konusu yerdeki hissesini davalı oğlu ile birlikte davalı şirkete devrettiği, davalı şirket satışın gerçek olduğunu ve bedelin ödendiğini savunmuşsa da gelen vergi kayıtlarından davalı şirketin kurulduktan sonra ticari faaliyette bulunduğuna dair hiçbir bilgiye rastlanılmadığı, ayrıca satış için çekilen kredi nedeniyle taşınmazın gerçek değerinden çok daha yüksek miktarda ipotek tesis edilmiş olması vb. hususlar gözetildiğinde şirketin iyi niyetli üçüncü kişi yaratmak için davalı, muris ve şirket ortaklarının iş birliği ile kurulduğu ve muvazaalı olarak yapılan devrin mirasçılardan mal kaçırmak amacını taşıdığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın kabulüne, davalı şirket adına devredilen tapu kaydının iptali ile miras payları oranında davacılar adına tesciline karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl ve birleşen dosyada davalılar vekilleri ve birleşen dosyada davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 29.06.2021 tarihli ve 2021/192 Esas, 2021/1100 Karar sayılı kararı ile; vesayet dosyasında murisin 2014 yılı itibarıyla ehliyetli olduğu tespit edildiğinden dava konusu tasarruf işlemi yönünden ehliyetsizlik iddiasının yerinde olmadığı, bu durumda 2002 yılında 145 payın devri ve 2013 yılında 416 payın devrine ilişkin tasarruf işlemlerinin muris muvazaası iddiası yönünden ele alınması gerektiği, murisin davalı oğlu Ali Ş.'a 2002 yılında 160 pay devrettiği ileri sürülmüş ise de davalıya devredilen payın 145/640 pay olduğu, davalının bakiye 15 payı diğer hissedarlardan edinildiği, söz konusu devir tarihinde murisin aktif ticaret hayatı içinde yer aldığı, dava konusu taşınmazın pasaj olduğu, murisin ev tekstil mağazası işlettiği ve diğer dükkanları kiraladığı, davalı Ali Ş.'ın murisin tek oğlu olduğu ve onunla birlikte ticaretle uğraştığı, murisin toplam 561 payından 416 payı üzerinde tutarak 145 payı birlikte çalıştığı oğluna devretmesinde sahip olduğu payın tamamını devretme olanağı varken büyük kısmını üzerinde tutması, yine bu taşınmaz dışında başkaca taşınmazlarda tasarruf etmemesi, devir tarihi ve öncesinde davacı kızları ile arasında onlardan mal kaçırmasını gerektirecek bir anlaşmazlık ya da husumet olmaması, satış bedelinin resmî akitte düşük gösterilmesinin mirasçılardan mal kaçırma iradesi ile muvazaa yapıldığının kabulü için tek başına yeterli bir ölçüt olmaması dikkate alındığında ispat yükü üzerinde olan asıl dosya davacıları ve birleşen dosya davacısı tarafından ilk satış yönünden murisin mirasçılardan mal kaçırma iradesi ile muvazaalı olarak çekişme konusu tasarruf işlemini yaptığı iddiasının ispatlanamadığı, bu nedenlerle 160 paya ilişkin tapu iptal ve tescil ile bedelin tazmini istemlerinin reddi gerektiği, ikinci satış yönünden de murisin mirasçılardan mal kaçırma iradesi ile muvazaalı olarak çekişme konusu tasarruf işlemini yaptığı iddiasının ispatlanamadığı gerekçesiyle birleşen dosya davacısının istinaf başvurusunun esastan reddine, davalıların istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl ve birleşen dosya davacıları vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; “… 3.2.1. Mirasbırakanın ölüm tarihine göre terekesinin elbirliği mülkiyetine tabi olduğu ve dava dışı başkaca mirasçılarının bulunduğu kayden sabittir. Terekeye karşı yapılan mülkiyetten kaynaklanan haksız fiil niteliğindeki muris muvazaası ve elatmanın önlenmesi gibi davaların dışında ehliyetsizlik, vekalet görevinin kötüye kullanılması vs gibi davalarda terekeyi temsil eden tüm mirasçıların bir arada hareket etmek suretiyle davayı birlikte açmaları, ayrıca, mirasçılardan bir tanesinin terekeye iade şeklinde dava açması halinde de tüm mirasçıların davada muvafakatlerinin sağlanması, aksi takdirde terekenin atanacak temsilci marifetiyle davada temsil edilmesi ve yürütülmesi gerekeceği ( TMK. 640. Md. ) tartışmasızdır.
3.2.2. Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun 706 ncı, Türk Borçlar Kanunu'nun 237 nci ve Tapu Kanunu'nun 26 ncı maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
3.2.3. 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) 6 ncı maddesi “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmünü, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 190 ıncı maddesinin birinci fıkrası ise “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmünü düzenlemiştir.
3.3. Değerlendirme
3.2.1. Dosya içeriğinden; dava konusu 7.9 ada 138 parsel sayılı taşınmazın 561/640 payı mirasbırakan Mehmet’e ait iken, mirasbırakanın 18.10.2002 tarihinde 145/640 payını davalı oğlu Ali’ye temlik ettiği, Ali’nin de 24.05.2013 tarihinde 160/640 payını, mirasbırakanın kalan 416/ 640 payını, dava dışı paydaşlar Mustafa Rahmi ile Hüsniye’nin de paylarını davalı Şirket’e temlik ettikleri, mirasbırakanın 11.10.2016 tarihinde ölümüyle geriye mirasçı olarak çocukları Emeti, Seher, Belkız, Zinet, Yıldız ve Ali’nin kaldığı anlaşılmıştır.
3.3.3. Hemen belirtilemelidir ki, ehliyetsizlik hukuki sebebine dayalı olarak terekeye nazaran üçüncü kişiye karşı pay oranında açılan davanın dinlenme olanağı bulunmadığı için Bölge Adliye Mahkemesince ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı taleplerin reddine karar verilmesi doğrudur. Asıl ve birleştirilen davada davacıların bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının reddine.
3.3.4. Asıl ve birleştirilen davada davacıların muris muvazaasına ilişkin davalı Şirket yönünden temyiz itirazlarının incelenmesinde; (IV/3) paragrafta belirtildiği üzere davalı Şirket tarafından taşınmazın alındığının ve bedelinin ödendiğinin dosya kapsamında sabit olduğu anlaşılmakla davalı Şirket yönünden davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur.
3.3.5. Asıl ve birleştirilen davada davacıların muris muvazaasına ilişkin davalı Bekir yönünden temyiz itirazlarının incelenmesinde; davacıların davalı Bekir’e yönelik taleplerinin tenkise konu olacağı ve miras payının iade isteğinin ise HMK’nin 190 ıncı TMK’nin 6 ncı maddeleri uyarınca usulünce ispat edilemediği gözetilerek davalı Bekir yönünden davanın reddine karar verilmesi de doğrudur.
3.3.6. Asıl ve birleştirilen davada davacıların muris muvazaasına ilişkin davalı Ali yönünden temyiz itirazlarının incelenmesinde; dinlenen tanık beyanları, davalı Ali’nin sosyal ve ekonomik durumu, mirasbırakanın 2002 tarihi itibariyle mal satmaya ihtiyacının olmaması, davalının tek erkek çocuk olması ve murisle birlikte çalışması durumları dosya kapsamında değerlendirildiğinde davalı Ali’ye temlik edilen 145/640 payın devrinin muvazaalı olduğu anlaşılmakla davalı Ali her ne kadar payını davalı Şirket’e temlik etmiş ise de davacıların tapu iptali ve tescili olmadığı takdirde bedel istekleri olduğu gözetilerek temlike konu 145/640 payın temlik tarihindeki mevcut halinin dava tarihindeki rayiç bedeli üzerinden davacıların her birinin miras payına düşen bedele hükmederek davalı Ali yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru değildir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile ilk karar gerekçesini tekrarla direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde asıl ve birleşen dosya davacıları vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
1. Asıl dosya davacıları vekili; istinaf incelemesinin usule uygun yapılmadığını, yapılan temliklerin muvazaalı olduğunu ve davalı Ali Ş. dışındaki mirasçıları haklarından mahrum etmek amacını taşıdığının dosyaya sunulan delillerle ispatlandığını, direnmeye konu devir yönünden davalı Ali Ş.'ın satış bedelini ödediği yönünde hiçbir delil sunamadığını, Bölge Adliye Mahkemesinin delilleri hatalı değerlendirdiğini ileri sürerek kararın bozulmasını istemiştir.
2. Birleşen dosya davacısı vekili; ehliyetsizlik iddiaları yönünden yapılan menfi değerlendirmenin yerinde olmadığını, gerek ilk gerekse ikinci temlikin muvazaalı olduğunu ve davalı Ali Ş. dışındaki mirasçıları haklarından mahrum etmek amacıyla yapıldığını, Bölge Adliye Mahkemesinin aksi yöndeki değerlendirmesinin hatalı olduğunu belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; murisin davalı Ali Ş.'a 145/640 payını devrine ilişkin 18.10.2002 tarihli temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacı tarafça ispat edilip edilemediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 18 inci] maddesinin birinci fıkrası.
2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı.
2. Değerlendirme
1. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde tazminat ve tenkis istemine ilişkindir.
2. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; "Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir" şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, C. I, Ankara 2021, s. 819).
3. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Kanun'un 19 uncu [818 sayılı Kanun'un 18 inci] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında "Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır" hükmüne yer verilmiştir.
4. Söz konusu kavram tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları şeklinde tanımlanabilir.
5. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
6. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
7. Somut uyuşmazlıkta davanın konusunu oluşturan ve "muris muvazaası" olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.
8. Türk Borçlar Kanunu'nun yukarıda yer verilen genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı oluşturmaktadır.
9. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiş olup söz konusu karar miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
10. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda "tam muvazaa" özelliği de taşınmaktadır.
11. Muris muvazaasını diğer nispi muvazaa hâllerinden ayıran unsur, muvazaanın mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmış olması koşuludur. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
12. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
13. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
14. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
15. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.
16. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi; davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
17. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.
18. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; öncelikle ehliyetsizlik ve ikinci satışın muvazaalı olduğu yönündeki iddiaların aşamalarda yerinde görülmeyerek reddedildiği ve bu suretle kesinleşerek Hukuk Genel Kurulunun incelemesi dışında kaldığı belirtilmelidir. Direnmeye konu uyuşmazlık noktasını teşkil eden 18.10.2002 tarihli pay devri yönünden yapılan değerlendirmede; miras bırakanın dava konusu olan ve o dönemde iş hanı olarak kullanılan taşınmazın 561/640 payının maliki olduğu, bu iş hanı içerisinde tekstil dükkânı işlettiği ve diğer dükkânları da kiralamak suretiyle ticari hayatını sürdürdüğü, tek erkek çocuk olan davalı Ali Ş.'ın babasının yanında çalışmaya başladığı, bu dönemde miras bırakanın mal satma yönünde hiçbir ihtiyacı yokken taşınmazdaki 145/640 payını oğluna devrettiği, senette gösterilen bedel ile devir tarihindeki rayiç değer arasında fahiş fark bulunduğu gibi davalının satış bedelinin ödendiği yönünde herhangi bir delil sunamadığı anlaşılmakla, dosya kapsamındaki deliller hep birlikte değerlendirildiğinde söz konusu devrin gerçek bir satış olmadığı ve diğer mirasçılardan mal kaçırma amacı taşıdığı sonucuna varılmıştır.
19. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; muris muvazaasından bahsedilebilmesi için gerçek bir satış olmaması yahut satış bedelinin ödenmemiş olmasının tek başına yeterli olmadığı, diğer koşul olan mirasçılardan mal kaçırma saikiyle hareket edilmesi şartının gözden kaçırılmaması gerektiği, somut olayda miras bırakanın birlikte çalıştığı ve tek erkek evlat olması nedeniyle vefatından sonra da kendisinden kalan işi devam ettireceğini düşündüğü davalı Ali Ş.'a büyük pay sahibi olduğu iş hanının yalnızca bir bölümünü devretmiş olmasının hayatın olağan akışına uygun olduğu, bu dönemde babanın diğer çocuklarıyla aralarında hiçbir olumsuzluk bulunmadığı gibi dava konusu taşınmaz dışında tüm mirasçılarına yetecek düzeyde mal varlığının da mevcut olduğu gözetildiğinde direnme gerekçesinin yerinde olduğu ve hükmün onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
20. Hâl böyle olunca Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
21. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Asıl ve birleşen dosya davacıları vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca direnme kararını veren Bölge Adliye Mahkemesine, kararın bir örneğinin İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine,
09.10.2024 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
"K A R Ş I O Y"
1. Dava muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil, bu olmadığı takdirde tazminat istemine ilişkindir.
2. Asıl ve birleşen dosyada davacılar, dava konusu olan ve iş hanı olarak kullanıldığı anlaşılan taşınmazda murislerinin sahip olduğu payın bir bölümünü 18.10.2002 yılında davalı Ali Ş.'a satış göstererek temlik etmesinin, sonrasında 24.05.2013 tarihinde hem murisin kalan payını hem de davalı Ali Ş.'ın kendi üzerindeki payını diğer davalı şirkete devretmelerinin tümüyle mirasçılardan mal kaçırma amacı taşıdığını, ikinci devir tarihi itibarıyla murisin hukuki işlem ehliyetini haiz olmadığını ileri sürmüşlerdir.
3. İlk Derece Mahkemesi ehliyetsizlik iddiasını yerinde görmemiş ve fakat her iki satışın da muvazaalı olduğu gerekçesiyle davaları kabul etmiş, Bölge Adliye Mahkemesi ise muris muvazaası iddiasının ispatlanamadığını belirterek davaların reddine karar vermiştir. Özel Dairece yapılan temyiz incelemesi sonunda, ehliyetsizlik ve ikinci devir işlemiyle ilgili temyiz itirazları reddedilmekle bu yönler Hukuk Genel Kurulunun incelemesi dışında kalmış, bu suretle direnme konusu uyuşmazlık 18.10.2002 tarihli pay temlikinde düğümlenmiştir.
4. Hukuk Genel Kurulunun 13.02.2023 tarihli, 2022/1-821 Esas, 2023/1222 Karar sayılı kararında da vurgulandığı üzere satış olarak gösterilmesine rağmen temlik gerçekte bedelsiz olarak yapılsa dahi muris muvazaasına ilişkin 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında temlikin iptal edilebilmesi için sadece muvazaalı olması yeterli olmayıp muvazaalı işlemin aynı zamanda muris tarafından mal kaçırma kastıyla yapılması ve mal kaçırma kastının da davacı tarafça usulüne uygun şekilde ispat edilmesi gerekmektedir.
5. Bu yöndeki ispat faaliyetinde miras bırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır. Fiili karineler de denilen bu objektif olgular, tarafların iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Bu fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği kuşkusuzdur (Hukuk Genel Kurulunun 06.03.2024 tarihli, 2022/1-947 Esas, 2024/164 Karar sayılı kararı).
6. Somut olayda murisin davaya konu ilk temlik tarihi itibarıyla mirasçılarından mal kaçırma amacıyla hareket ettiği yönünde hiçbir tanık ifadesi bulunmadığı gibi dosya kapsamında sunulan delillerle murisin çocuklarından birini diğerlerine göre üstün tutarak onlara mal bırakmak istememesini gerektirecek herhangi bir olumsuz beşeri ilişkisi, muris ile davacılar arasında temlik tarihinde mal kaçırmayı gerektirecek bir husumeti ortaya konulmamıştır. Aksine ömrünün son birkaç yılına kadar murisin çocuklarıyla birbirlerine bağlı ve uyumlu şekilde yaşadıkları, murisin sağlığında imkânları elverdiğince tüm çocuklarına ve ailelerine destek olmaya çalıştığı, kızlarının emekli olmalarını sağladığı, ölümünden sonra geriye tek mal varlığı olarak dava konusu taşınmazı bırakmadığı, terekesinde daha pek çok taşınmaz bulunduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan satış bedelinin resmî akitte düşük gösterilmesi tek başına mirasçılardan mal kaçırma iradesini ispata yeterli sayılamayacağı gibi, murisin birlikte çalıştığı ve tek erkek evlat olması nedeniyle vefatından sonra da kendisinden kalan işi devam ettireceğini düşündüğü davalı Ali Ş.'a, taşınmazda çok daha fazla paya sahip olmasına rağmen büyük payı elinde tutarak, işlettiği iş hanının yalnızca bir bölümüne tekabül eden payını devretmiş olması da hayatın olağan akışına uygun bir durumdur ve diğer çocuklarından mal kaçırma amacıyla hareket ettiğini göstermemektedir.
7. Hâl böyle olunca; aynı yöne işaret eden direnme gerekçesinin yerinde olduğu ve kararın onanması gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan, sayın çoğunluğun aksi yöndeki görüşlerine iştirak etmemiz mümkün olmamıştır.
Birinci Başkanvekili Üye
Adem Albayrak Dr. Hamit Yelken