KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

TEMSİLCİNİN ŞAHSİ BORCU İÇİN ŞİRKETİ AVALİST GÖSTERDİĞİ, BU DURUMUN DA ALACAKLI LEHTAR TARAFINDAN BİLİNEBİLECEĞİ AÇIK OLDUĞUNA GÖRE AVALİN DAVACI ŞİRKETİ BAĞLAMAYACAĞININ KABULÜ GEREKİR

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2024/11-177
Karar No       : 2025/257

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi
TARİHİ                          : 13.11.2023
SAYISI                          : 2023/2583 E., 2023/2021 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 08.06.2023 tarihli ve 2022/737 Esas,
                                        2023/3635 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki menfi tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili, müvekkili şirketin kurucu ortağı ve müdürü olan dava dışı Abdulkerim A.'ün müvekkili şirketteki hisselerinin tümünü 02.01.2018 tarihinde devretmesiyle müdürlük görevinin sona erdiğini, anılan kişinin asıl borçlu olarak kendisini, avalist olarak da müvekkili şirketi göstererek davalı lehine keşide tarihi 10.10.2017, vade tarihi 05.01.2019 olan 11.000.000,00 TL bedelli bir bono tanzim ettiğini, davalı tarafından Abdülkerim A. ve müvekkili şirket aleyhine bonoda yazılı tutarın bir kısmı üzerinden (9.500.000,00 TL asıl alacak) icra takibi başlatıldığını, dava dışı Abdulkerim A.'e ödeme emrinin tebliği üzerine itiraz edilmemesi nedeniyle anılan kişi yönünden icra takibinin kesinleştiğini ve bu tarihe kadar menfi tespit davası da açılmadığını, bu durumun işbu bonoyu Abdulkerim A.’ün tanzim ve imza etmiş olduğunu ortaya koyduğunu, Abdulkerim A.’ün müvekkili şirket adına aval verme yetkisinin olmadığını ve müvekkilinin davalıya herhangi bir borcunun bulunmadığını, dava konusu senetteki aval imzasının müvekkili şirketin işletme amaç ve konusu dışında kaldığını, takip dayanağı senetteki fahiş miktarın bile senedin gerçek olmadığını gösterdiğini, takip alacaklısı davalının takibe konu meblağın alacaklısı olabilecek ticari ve malî düzeyde olmadığını, bu durumun davalı ile avalist imzasını atan eski şirket müdürü arasındaki muvazaayı ve iş birliğini gösterdiğini ileri sürerek müvekkilinin icra takibinden ve dayanağı bonodan dolayı borçlu olmadığının tespitine, müvekkili şirket yönünden takibin iptaline, davalının %20 oranında kötüniyet tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili, senet borçlusu Abdülkerim A.'ün borca herhangi bir itirazı bulunmazken, senette avalist ve diğer borçlu olarak bulunan davacının huzurdaki davayı açmasının kötüniyetli olduğunu gösterdiğini, senet tanzim tarihinde Abdulkerim A.'ün şirket yetkilisi olduğunu, davacı tarafın takibe, borca, ödeme emrine ve borcun fer'îlerine yönelik süresi içerisinde bir itirazının bulunmadığını, icra takibinin itiraz olmaksızın kesinleştiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

Siirt 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Asliye Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) 16.12.2020 tarihli ve 2020/23 Esas, 2020/638 Karar sayılı kararıyla; bononun düzenleme tarihinde dava dışı Abdulkerim A. ve Kazım Türkmen'in davacı şirketi temsile münferiden yetkili oldukları, keşideci olduğu bonoda dava dışı Abdülkerim A.'ün şirketi temsil yetkisini kötüye kullanarak davacı şirketi bonoda avalist olarak gösterdiği, ayrıca bonoda yapılan incelemede şirket kaşesi üzerinde tek imzanın bulunduğu, temsilcilerden hangisinin bu imzayı attığının bonodan anlaşılamadığı, ancak davalı tarafından dava dışı Abdülkerim A. ile şirket adına işlem yapıldığının inkâr edilmediği, aksine dava dışı temsilcinin o dönemde şirketi temsil yetkisinin bulunduğu savunmasının yapıldığı, bu nedenle şirketi temsilen dava dışı Abdülkerim A.'ün imza attığının kabulünün gerektiği, temsilcinin temsil yetkisini kötüye kullanması ve temsilcinin kendisiyle işlem yasağı nedeniyle aval işleminin batıl olduğu ve bu nedenle davacı şirketin dava konusu bonodan dolayı borçlu olmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle davaya konu takip dayanağı 11.000.000,00 TL bedelli bonodan dolayı davacının davalıya 9.500.000,00 TL borçlu olmadığının tespitine, davacının kötüniyet tazminatı talebinin ise reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 16.12.2021 tarihli ve 2021/1749 Esas, 2021/1966 Karar sayılı kararıyla; ortaklar kurulu tarafından şirket müdürü Abdulkerim A.'e kambiyo taahhüdü ile şirketi borç altına sokma yetkisi verildiği, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun (6102 sayılı TTK) 616. maddesi hükmüne göre atanan müdürler, esas itibariyle ticari mümessil olduklarından kambiyo taahhüdünde bulunmanın ticari mümessilin olağan yetkileri kapsamında bulunduğu, avalin de bir kambiyo taahhüdü niteliği taşıdığı, dava dışı Abdulkerim A.'ün davacı adına aval vermeye yetkili olduğu, ortaklar kurulu kararında kanun hükmündeki olağan yetkilerin de ötesine gidilerek şirket müdürü Abdulkerim A.'e şirket adına olan taşınmazları satmaya ve taşınmaz mülkiyetini ipotek tesisi suretiyle sınırlandırma yetkisinin dahi verildiği, İlk Derece Mahkemesinin dava dışı Abdulkerim A.'ün davacı şirket adına aval verme yetkisi bulunmadığına dair kabulünde isabet bulunmadığı, yine şirketle işlem yapma yasağının limited şirketler için öngörülmediği, limited şirketlere ilişkin hükümlerde şirket müdürlerinin kendileriyle işlem yapmalarını yasaklayıcı bir düzenleme olmadığı gibi anonim şirketlere ilişkin 6102 sayılı TTK'nın 395. maddesinin 1. fıkrasında açık bir atıf da bulunmadığı, kanun koyucunun 395. maddenin 2. fıkrasına açıkça atıf yaparken, aynı maddenin 1. fıkrasına atıf yapmamasının bilinçli bir tercih olduğu, senedin dava dışı temsilcinin müdürlük görevinin sona ermesinden sonra düzenlendiğinin yazılı delillerle ispat edilemediği, limited şirket müdürünün şirketi temsil ederken 6102 sayılı TTK'nın 629. hükmünde ifadesine bulan özen yükümüne, şirket menfaatinin gözetilmesi ilkesi ve diğer menfaatlerin önünde tutulması zorunluluğuna aykırılıkların temsilcinin şirkete karşı sorumluluğu bakımından geçerli olduğu, dava dışı temsilcinin temsil yetkisini aştığı ve kötüye kullandığı iddiasının senet metninden anlaşılabilen bir husus olmadığı, kanunun iyiniyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda asıl olanın iyiniyetin varlığı olduğu, davalı lehtarın dava dışı temsilci ile birlikte hareket ederek senedi iktisabında kötüniyetli ya da ağır kusurlu olduğunun ispat edilemediği, bu hususta kesinleşmiş bir ceza mahkûmiyeti bulunmadığı, kambiyo senedinin temel ilişkiden mücerret olması nedeniyle davalı lehtarın dava dışı temsilci ile davacı şirket arasındaki temsil yetkisinin kötüye kullanıldığını bildiği ya da bilmesi gereken kişilerden olduğunun ispat edilemediği, bu nedenle üçüncü kişi konumunda olan davalı lehtarın iyiniyetli olduğu yönündeki kanuni karinenin aksinin ispatına dair bir delil bulunmadığı gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, yeniden hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla;

“... 6102 sayılı Kanun'un 629 uncu maddesinin birinci fıkrası uyarınca; Müdürlerin temsil yetkilerinin kapsamına, yetkinin sınırlandırılmasına, imzaya yetkili olanların belirlenmesine, imza şekli ile bunların tescil ve ilanına bu Kanunun anonim şirketlere ilişkin ilgili hükümleri kıyas yolu ile uygulanır. Aynı Kanun'un anonim şirketlere ilişkin 371 inci maddesi uyarınca; şirketi temsile yetkili kişiler, şirketin amacına ve işletme konusuna giren her tür işleri ve hukuki işlemleri, şirket adına yapabilir ve bunun için şirket unvanını kullanabilirler. Kanuna ve esas sözleşmeye aykırı işlemler dolayısıyla şirketin temsilciye karşı rücu hakkı saklıdır. Temsilcilerin üçüncü kişilerle, işletme konusu dışında yaptığı işlemler de şirketi bağlar; meğerki, üçüncü kişinin, işlemin işletme konusu dışında bulunduğunu bildiği veya durumun gereğinden, bilebilecek durumda bulunduğu ispat edilsin. Şirket esas sözleşmesinin ilan edilmiş olması, bu hususun ispatı açısından, tek başına yeterli delil değildir.

Temsil yetkisinin sınırlandırılması, iyiniyet sahibi üçüncü kişilere karşı hüküm ifade etmeyeceği gibi, tescil ve ilan edilmek koşuluyla, bir temsilcinin temsil yetkisi sadece merkezin veya bir şubenin işleri yönünden bölgesel olarak veya birlikte temsil yetkisi kullanılması yönünden sınırlandırılabilir. Kısıtlama yapılmış olsa bile bu karar iyi niyetli üçüncü kişilere karşı ileri sürülemez. Şirketi temsilen yapılan iş ve işlemler her halükarda geçerli olup, iç ilişkide temsil yetkisinin sınırlandırılmış olması üçüncü kişilerin şirkete müracaat etmelerine engel değildir. Bu bağlamda, limited şirketi temsile yetkili olanlar şirketi üçüncü kişilere karşı borçlandırabilirler.

Ancak, 6102 sayılı Kanun'un 626 ncı ve 629 uncu maddeleri gereğince müdürün şirkete özen ve bağlılık yükümlülüğü bulunmakta olup özenli bir temsilci, iyiniyet ve sadakat borcu gereği, temsil ettiği şirketin çıkarına aykırı olarak bir işlem yaparsa bu işlem kural olarak temsil görevinin dışında kalır. Bir başka deyişle, işlem için temsil edilenin yetki vermediğinin ve bu işlemin kural olarak temsil edileni bağlamayacağının kabulü gerekir. Bunun istisnası temsil edilenin temsilciye açıkça kendisiyle işlem yapma izni vermesi veya yapılan işleme sonradan icazet vermesi halidir ki, bu hallerde işlem geçerli olur.

Somut olayda, davaya konu 11.000,000,00 TL bedelli bononun alacaklısının davalı İbrahim Halil D., borçlusunun Abdülkerim A., aval verenin ise davacı şirket olduğu ve dava dışı Abdülkerim’in hem keşide eden asıl borçlu, hem de davacı şirketi temsilen aval veren sıfatıyla bonoyu imzalayarak davalı İbrahim'e verdiği, senedin tanzim tarihi itibariyle Abdülkerim'in davacı şirketi münferiden temsil yetkisine sahip olduğu hususunda bir ihtilaf bulunmamaktadır.

Bu durumda, dava dışı temsilci Abdülkerim Alagöz'ün dava konusu bonoyu, şirket yetkilisi olduğu dönemde keşide ettiği ve şirket adına attığı aval imzasının müdürün şirkete özen ve bağlılık yükümlülüğü ile bağdaşmadığı, aval için kendisine verilmiş açık bir iznin veya icazetin varlığının iddia ve ispat edilmediği hususları birlikte değerlendirildiğinde, aval işlemi şirket açısından bağlayıcı olmadığından davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi yerinde görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesi tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı vekili; bono keşidecisi borçlu Abdulkerim A.’ün müvekkili şirket adına aval verme yetkisinin olmadığını, senet metninden anlaşılan ve mutlak bir def'i olan “şirket müdürünün kendi lehine işlem yapma yasağının ihlâli”nin söz konusu olduğunu, bu durumda davalının iyiniyetinden söz edilemeyeceğini ve Bölge Adliye Mahkemesince sair yönler incelenmeden davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğini, senetteki aval imzasının müvekkili şirketin işletme ve konusu dışında kaldığını, müvekkilinin davalıya herhangi bir borcu olmadığını, takip dayanağı senetteki fahiş miktarın dahi senedin gerçek olmadığını gösterdiğini, takip alacaklısı davalının takibe konu meblağın alacaklısı olabilecek ticari ve malî düzeyde bulunmadığını ileri sürerek direnme kararının bozulmasını istemiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; şirket eski ortağının davacı şirketi avalist göstermek suretiyle borçlu olarak imzaladığı bononun kambiyo senetlerine özgü icra takibine konu edilmesi nedeniyle menfi tespit istemine ilişkin somut olayda, davacı şirketin aval veren olarak sorumlu kabul edilip edilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre davanın kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 72. maddesi,

2. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 6. maddesi,

3. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK)190. maddesi,

4. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6102 sayılı TTK) 371, 395, 616, 623, 629, 700, 701, 702, 776 ve 778 maddeleri.

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konu ile ilgili kavramlar ile mevzuatın irdelenmesinde yarar bulunmaktadır.

2. Davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hukuki ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz) tespit davası denir (Baki Kuru, İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı (Kuru-El Kitabı), Ankara 2013, s. 346).

3. Menfi tespit davası, İİK'nın 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır.

4. Dolayısıyla, kendisine karşı icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşse dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir. Bunun için, takip devam ederken alacaklıya karşı menfi tespit davası açabileceği gibi, böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise ödemiş olduğu paranın kendisine verilmesi için alacaklıya karşı istirdat davası açabilir (Baki Kuru, İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 233).

5. Menfi tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer; fakat davacıya (borçluya) düştüğü hâller de vardır; davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukuki ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukuki ilişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Çünkü hukuki ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalı olduğu için, ispat yükü davalı alacaklıya düşer (HMK md. 190; TMK md. 6). Fakat, alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü, davacıya (borçluya) düşer. Bunun gibi, davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya düşer (Kuru-El Kitabı, s.370 ilâ 372).

6. Avale ilişkin açıklama yapmak gerekirse; aval, 6102 sayılı TTK’nın 700. maddesine göre poliçede yazılı bulunan borcun kısmen veya tamamen teminat altına alınmasını sağlayan bir nevi kefalettir. Bu kefaleti veren şahsa, aval veren denir (Ali Bozer, Celal Göle, Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 2017, s. 161).

7. Türk Hukuk Lûgatındaki tanıma göre ise aval; kambiyo senetleri üzerindeki imzalardan birinin sahibine, üçüncü bir kişinin veya senet üzerinde zaten imzası bulunan bir kimsenin, bizzat senet veya alonj üzerinde, müteselsilen sorumlu olmak suretiyle senet bedelini tamamen veya kısmen ödemeyi taahhüt etmesidir (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Ankara 2021, C.1, s. 93.)

8. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 700. maddesinin 2. fıkrasına göre aval, üçüncü bir kişi veya poliçede imzası bulunan başka bir kişi tarafından da verilebilir. Bu şekilde poliçe borçlularından biri lehine aval verilmek suretiyle poliçenin ödenmesi güvence altına alınacağından o poliçenin tedavülü kolaylaştırılmış olur (Bozer, Göle, s. 161 ).

9. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun avalin şekline ilişkin 701. maddesinde; aval şerhinin poliçe veya alonj üzerine yazılacağı; avalin “aval içindir” veya bununla eş anlamlı başka bir ibareyle ifade edileceği ve aval veren kişi tarafından imzalanacağı; muhatabın veya düzenleyenin imzaları hariç olmak üzere, poliçenin yüzüne atılan her imzanın aval şerhi sayılacağı; kimin için verildiği belirtilmemişse avalin düzenleyici için verilmiş sayılacağı düzenlenmiştir.

10. Aval veren ile aval verilen arasındaki teminat bağı avali özellikli bir taahhüt hâline getirmektedir. Bu nedenle avale ilişkin şekil koşulları 6102 sayılı TTK'nın 701. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, poliçenin ön yüzünde avale ilişkin herhangi bir ibarenin bulunmaması ancak imzanın bulunması hâlinde, muhatabın veya düzenleyenin imzaları dışında poliçenin ön yüzüne atılan her imza aval şerhi sayılır. Poliçenin ön yüzüne atılan aval şerhinin kimin için verildiği belirtilmez ise aval düzenleyici için verilmiş sayılır.

11. Avale ilişkin hükümler 6102 sayılı TTK’nın 778. maddesinin 3. fıkrası gereğince bonolar hakkında da uygulanır. 6102 sayılı TTK’nın 776. maddesinin 1. fıkrasının (g) bendi ile aynı Kanun'un 778. maddesinin atfı ile uygulanması gereken 6102 sayılı TTK’nın 701. maddesi birlikte değerlendirildiğinde bononun geçerli olması için tek imza yeterlidir ve senet ön yüzüne atılan ikinci imza aval şerhi sayılır. Ne var ki, poliçenin ön yüzüne düzenleyen tarafından iki imza atılmış olsa dahi, bu imzalar 6102 sayılı TTK’nın 700. maddesine göre aval olarak kabul edilemez. Ancak, keşideciden başka bir kişi tarafından aval veya benzeri sözler kullanılarak imzalanmışsa aval olarak sayılır.

12. Aval verenin borcu bağımsız bir borçtur, bir diğer ifade ile fer'î nitelikte değildir. Aval ile teminat altına alınan borç geçersiz olsa bile, aval verenin sorumluluğu devam eder. Aval veren kişinin teminat altına aldığı borç, şekle ait noksandan başka bir sebepten dolayı batıl olsa da, aval verenin taahhüdü geçerlidir. Yani lehine aval verilenin borcu geçersiz olsa bile, aval veren bu geçersizliği ileri süremez. Lehine aval verilenin mevcut olmaması, ehliyetsiz olması ya da imzasının sahte olması hâlinde de aval verenin sorumluluğu devam eder. 6102 sayılı TTK’nın 702. maddesinin 2. fıkrası gereğince aval veren, sadece kambiyo senedindeki zorunlu şekil eksikliğini ileri sürebilir (20.04.2018 tarihli ve 2017/4 Esas, 2018/5 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı). Nitekim aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 06.10.2020 tarihli ve 2017/12-268 Esas, 2020/729 Karar; 07.07.2021 tarihli ve 2017/(19)11-3091 Esas, 2021/965 Karar; 01.03.2023 tarihli ve 2022/11-221 Esas, 2023/134 Karar sayılı kararlarında da değinilmiştir.

13. Gelinen aşamada limited şirketlerde “yönetim” ve “temsil” kavramlarının açıklanmasında da fayda bulunmaktadır.

14. Dava tarihi itibariyle somut olaya uygulanması gereken 6102 sayılı TTK ile mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu döneminde benimsenen limited şirketlerde özden organ ilkesi terk edilerek şirketi yönetme ve temsil edecek kişi veya kişilerin seçim yoluyla belirlenmesi sistemi öngörülmüştür. Başka bir deyişle her şirket ortağının doğrudan doğruya şirket müdürü olduğu sistemden vazgeçilmiş, onun yerine şirketi yönetme ve temsil edecek kişi veya kişilerin seçimi sistemi benimsenmiştir. 6102 sayılı TTK ile limited şirket hukukuna getirilen bu yeni sistem, anonim şirket yönetim kuruluna özgü işleyişin uygun olduğu ölçüde müdürler kuruluna da uygulanabilmesi imkânını vermektedir.

15. Limited şirketlerde zorunlu organ olarak kabul edilen müdürler, limited şirketi yönetme ve temsil etme yetkisine sahip olan kişilerdir. Başka bir ifadeyle müdürler limited şirketin yönetim ve temsil organıdır. 6102 sayılı TTK’nın 623/3. maddesine göre, “müdürler, kanunla veya esas sözleşme ile genel kurula bırakılmamış bulunan yönetime ilişkin tüm konularda karar almaya ve bu kararları yürütmeye yetkilidirler”. Dolayısıyla müdür veya birden fazla kişiden oluşması hâlinde müdürler kurulu, kanun ve şirket sözleşmesi gereğince genel kurulun yetkisinde bırakılmış bulunanlar dışında, şirketin işletme konusunun gerçekleştirilmesi için gerekli olan her çeşit iş ve işlemler hakkında karar almaya yetkilidir.

16. Yönetim, bir iç ilişki kavramı olup, şirketin faaliyet göstermesi için yapılması gereken iş ve işlemlerin tümünü ifade eder. Temsil ise dış ilişkide şirket adına bağlayıcı irade açıklama yetkisidir. Limited şirketlerde yönetim gibi temsil yetkisi de müdürlere aittir (6102 sayılı TTK, md. 623/1).

17. 6102 sayılı TTK’nın 629/1. maddesine göre; “müdürlerin temsil yetkilerinin kapsamına, yetkinin sınırlandırılmasına, imzaya yetkili olanların belirlenmesine, imza şekli ile bunların tescil ve ilanına bu Kanunun anonim şirketlere ilişkin ilgili hükümleri kıyas yolu ile uygulanır”. Yapılan bu atıftan dolayı, anonim şirketlerde yönetim kurulunun temsil yetkisinin kapsamı ve sınırları, imza şekli, tescil ve ilana ilişkin öngörülen düzenlemeler limited şirketlerde müdürlere de uygulanacaktır.

18. Yine 6102 sayılı TTK’nın 629/1. maddesinin atfıyla uygulanması gereken aynı Kanun'un 371. maddesinde temsil yetkisinin kapsam ve sınırları belirlenmiştir. Buna göre, temsile yetkili olanlar şirketin amacına ve işletme konusuna giren her tür işleri ve hukuki işlemleri, şirket adına yapabilir ve bunun için şirket ünvanını kullanabilirler. Bilindiği gibi şirketlerin ehliyetinin işletme konusu ile sınırlı olması ve konu dışı işlemlerin şirketi bağlamaması kuralı (ultra vires) 6102 sayılı TTK ile terk edilmiştir. Bu nedenle temsile yetkili olanların, üçüncü kişilerle, işletme konusu dışında yaptığı işlemler de şirketi bağlar; meğerki, üçüncü kişinin, işlemin işletme konusu dışında bulunduğunu bildiği veya durumun gereğinden, bilebilecek durumda bulunduğu ispat edilsin. Şirket esas sözleşmesinin ilan edilmiş olması, bu hususun ispatı açısından, tek başına yeterli delil değildir (6102 sayılı TTK, md. 371/2). Başka bir anlatımla bu konuda ticaret sicilinin olumlu işlevi geçerli olmaz. Sadece şirket bu savunmayı üçüncü kişiye karşı onun bu olguyu fiilen bildiğini (müspet vukuf) kanıtlamak suretiyle ileri sürebilir.

19. Her ne kadar 6102 sayılı TTK'nın 644/1-b. bendinde aynı Kanun'un 395. maddesine atıf bulunmadığından, ortak olan şirket müdürlerinin şirketle işlem yapması açıkça yasaklanmamışsa da 6102 sayılı TTK'nın 626. maddesi uyarınca şirket müdürleri ve yöneticileri şirkete bağlılık ve özen yükümlülüğü altında bulunmaktadır. Somut olayda, davacı tarafından dava dışı temsilcinin eyleminin dürüstlük kuralına aykırı olduğu ileri sürüldüğüne göre, temsilcinin şahsi borcu için temsil ettiği şirketi aval veren olarak göstermesiyle ilgili tutum ve davranışların şirkete karşı bağlılık ve özen yükümlülüğüne aykırı olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir.

20. Limited şirketlerde müdürlerin özen ve bağlılık yükümü 6102 sayılı TTK’nın 626/1. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre; “müdürler ve yönetimle görevli kişiler, görevlerini tüm özeni göstererek yerine getirmek ve şirketin menfaatlerini, dürüstlük kuralı çerçevesinde, gözetmekle yükümlüdürler”. Bu madde ile “özen” ve “şirket menfaatinin gözetilmesi” kavramları birbirinden ayrılmıştır. Özen, iş ve işlemlerde gösterilmesi gereken dikkati, ciddiyeti ve bilimselliği ifade ederken şirket menfaatinin gözetilmesi ise şirketin menfaatinin kişisel menfaatlere ve başkalarının menfaatlerine feda edilmemesi, diğer menfaatlerin arkasına konulmaması anlamına gelir. Ayrıca özen ve bağlılık yükümü, müdürün kendisiyle şirketin menfaatlerinin çatıştığı durumlarda şirketin menfaatlerine öncelik vermesini ve bu tür menfaat çatışmalarının olduğu toplantılara dahi katılmamasını zorunlu kılar.

21. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davaya konu 11.000.000,00 TL bedelli bononun alacaklısının davalı İbrahim Halil D., borçlusunun Abdülkerim A., aval verenin ise davacı şirket olduğu ve dava dışı Abdülkerim A.'ün hem keşide eden asıl borçlu, hem de davacı şirketi temsilen aval veren sıfatıyla bonoyu imzaladığı, dava konusu bononun keşide tarihi olan 10.10.2017 tarihinde dava dışı Abdulkerim A.'ün şirketi temsil ve ilzama münferit imza ile yetkili olduğu, müdürlük görevinin ise 02.01.2018 tarihinde son bulduğu anlaşılmaktadır. Davacı vekili senedin dava dışı temsilcinin müdürlük görevinin sona ermesinden sonra düzenlendiğini iddia etmişse de bu husus yazılı delillerle ispat edilememiştir.

22. Her ne kadar davacı şirketin temsil ve ilzamı hakkındaki 31.10.2008 tarihli ve 48 sayılı ortaklar kurulu kararına göre keşide tarihinde dava dışı temsilci Abdulkerim A.'ün şirket adına kambiyo taahhüdünde bulunma yetkisi mevcut ise de aval için açık bir izin veya icazet bulunmamaktadır. Bunun yanında Özel Daire kararında da işaret edildiği üzere temsilcinin şahsi borcu için düzenlendiği anlaşılan bonoya şirket adına aval veren olarak imza atılması da temsilcinin özen ve bağlılık yükümlülüğüyle bağdaşmadığı gibi temsil yetkisinin kötüye kullanıldığını göstermektedir.

23. Zira, 6102 sayılı TTK’nın 626/1. maddesi gereğince şirketi temsile yetkili olan müdürler, görevlerini tüm özeni göstererek yerine getirmek ve şirketin menfaatlerini, dürüstlük kuralı çerçevesinde gözetmekle yükümlüdürler. Başka bir ifadeyle şirket menfaatinin söz konusu olduğu durumlarda şirket müdürü, dürüstlük kuralı çerçevesinde değerlendirme yaparak şirketin menfaatini kişisel menfaatlerinin ve diğer kişilerin menfaatlerinin üzerinde tutması gerekmektedir. Hatta müdürün, kendisiyle şirketin menfaatlerinin çatıştığı durumlarda dahi şirketin menfaatlerine öncelik vermesi ve bu tür menfaat çatışmalarının olduğu toplantılara katılmaması zorunluluk arz etmektedir. Bir temsilcinin temsil sıfatından istifade etmek suretiyle kendi borcu için temsil ettiği kimseyi avalist olarak borç altına sokması, temsilcinin kendi kendisiyle sözleşme yapması ile eş değerdir.

24. Bu gerekçeye ilâve olarak limited şirketin ticari faaliyetleriyle ilgisi olmayan bir kişiye aval vermesi, yapılan işlem ile şirketin amacının dışına çıkıldığı ve temsilcinin yetkisiz işlem yaptığı anlamına gelir ki ancak işlem yapan kişinin iyiniyetli olması hâlinde geçerli olabilir. Eldeki davada ise temsilcinin şahsi borcu için şirketi avalist gösterdiği, bu durumun da borcun tarafı olan alacaklı lehtar tarafından bilinebileceği açık olduğuna göre 6102 sayılı TTK'nın 371. maddesinin 2. fıkrasının 2. cümlesi uyarınca iyiniyetten bahsedilemeyecek olup, avalin davacı şirketi bağlamayacağının kabulü gerekir.

25. Hâl böyle olunca; Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme kararının Özel Dairenin bozma kararında ve yukarıda belirtilen ilâve gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen ve yukarıda gösterilen ilâve gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373. maddesinin 1. fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

30.04.2025 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.