KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

SÜRESİZ VE KOŞULSUZ DÖVİZ CİNSİNDEN TAAHHÜT EDİLEN YOKSULLUK NAFAKASININ 18 YILLIK SÜRE SONUNDA TARAFLARIN EKONOMİK VE SOSYAL DURUMLARINA BAKILDIĞINDA UYARLANMASI GEREKİR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2023/2-582
Karar No       : 2025/24

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 18. Hukuk Dairesi
TARİHİ                          : 02.02.2023
SAYISI                          : 2022/3147 E., 2023/105 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 01.11.2022 tarihli ve 2022/8414 Esas,
                                        2022/8689 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasında görülen yoksulluk nafakasının uyarlaması davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararın taraf vekillerince istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince; davalı vekilinin istinaf başvurusunun reddine, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılmak suretiyle yoksulluk nafakasının indirilmesi yönünden kısmen kabul kararı verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararının davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/8.0 Esas ve 2003/1.6 Karar sayılı kararı ile anlaşmalı olarak boşandıklarını, kararın 11.04.2003 tarihinde kesinleştiğini, anlaşmalı boşanmaya dayanak sözleşme uyarınca müvekkili tarafından davalıya aylık 1.500 USD yoksulluk nafakası ödenmesine karar verildiğini, ancak davacının ilerleyen yıllarda ekonomik durumunun kötüye gittiğini, müvekkilin 2006 yılında yeni bir evlilik yaptığını, bu evliliğinden sekiz yaşında bir çocuğunun bulunduğunu, aylık 3.468,35 TL emekli maaşı aldığını, dava konusu edilen aylık 1.500 USD nafakanın müvekkili ve ailesi üzerinde ekonomik felaketler doğuracak olması nedeni ile öncelikle hükmedilen yoksulluk nafakasının kaldırılmasına, bu mümkün olmadığı takdirde aylık 850,00 TL tutarına indirilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkili aleyhine gerçeğe aykırı iddialarla açılan ve iyiniyet, doğruluk, dürüstlük ve özellikle sözleşmeye bağlılık ilkelerine aykırı bulunan davayı kabul etmediklerini, taraflar arasındaki evliliğin davacının şu anda evli olduğu eşi ile müvekkilini aldatması nedeniyle sonlandığını, boşanmayı sağlamak amacıyla davacının müvekkiline aylık 1.500 USD nafakayı ödemeyi kabul ettiğini, Yargıtayın yerleşik içtihatlarına göre “sırf boşanmayı sağlayabilmek için, bilerek ve isteyerek mali gücünün üzerinde bir yükümlülüğü protokolle üstlenen kişinin, sonradan bu yükümlülüğün kaldırılması ya da azaltılması yönünde talepte bulunmasının iyiniyet, doğruluk-dürüstlük ve sözleşmeye bağlılık ilkeleri ile bağdaşmayacağının” kabul edildiğini, diğer yandan davacının ekonomik durumunun gayet iyi olduğunu, gerçekte kendine ait olan L. Anonim Şirketi’ni eşi adına kayıtlı gösterdiğini, bu şirket adına kayıtlı lüks araçlara bindiğini, yeni evliliğinden olan çocuğunun Denizli TED okullarında eğitim gördüğünü, dolayısıyla davacının iddia ettiği gibi ekonomik durumunda bir gerilemenin olmadığını belirterek taraflar arasındaki işlem temelinin çökmediği gerekçesiyle davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 24.11.2021 tarihli ve 2021/1 Esas, 2021/486 Karar sayılı kararı ile; toplanan tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde tarafların 4721 sayılı Kanun’un 166/3 hükmü uyarınca boşanmalarına karar verildiği, boşanma ilâmına ek yapılan 12.12.2002 tarihli protokol gereği davalı yararına 1.500 USD yoksulluk nafakası ödenmesine hükmedildiği, hükmün 11.04.2003 tarihinde kesinleştiği, tarafların alınan sosyal ekonomik durum raporuna göre davalı kadının emekli olduğu aylık 2.000,00 TL emekli maaşı aldığı, 3.000,00 TL kira gelirinin olduğu, bakmakla yükümlü olduğu fiziksel engelli annesi ve bir çocuğunun bulunduğu buna karşılık davacı erkeğin emekli olduğu, 3.500,00 TL civarında emekli maaşı aldığı, 1.300,00 TL kira ödediği, yeniden evlendiği eşi ve bu eşinden olan 2012 doğumlu çocuğuna bakmakla yükümlü olduğu, davacının eşine ait danışmanlık şirketinde az hisse ile ortak olduğu, ne var ki davacının banka dökümleri ve tanık beyanları birlikte değerlendirildiğinde davacının gelirinin sadece emekli maaşı ile sınırlı olmayıp gelir düzeyinin yüksek olduğu, her davanın açıldığı zamana göre değerlendirilmesi gerektiği, TCMB verilerine göre nafakanın takdir edildiği tarihte 1.500 USD'nin TL cinsinden karşılığının (1 USD: 1,47 TL) 2.205,00 TL olduğu, hükmedilen nafakanın eldeki dava tarihine kadar geçen dönemde ÜFE oranları uyarınca hesaplaması yapıldığında ise ulaşacağı değerin 12.717,24 TL olduğu, TCMB verilerine göre eldeki davanın açıldığı tarihe bakıldığında da (bu hesaplama resmi biruni.tuik.gov.tr adresinde yapılmıştır) 11.055,00 TL'ye tekabül ettiği, bu açıdan yoksulluk nafakasının döviz cinsiden kararlaştırılmış olmasının davacı bakımından katlanılamaz bir durum oluşturduğundan söz edilemeyeceği, ne var ki tarafların sosyal ve ekonomik durumu, davacının yeniden evlenmesi ve buna bağlı olarak bakmakla yükümlü olduğu kişilerin artması, paranın alım gücü ve ülkenin ekonomik durumu nazara alındığında davanın kısmen kabulü ile davalı yararına 1.000 USD yoksulluk nafakası takdirine, 22.12.2021 tarihli ek karar ile de nafaka davalarında reddedilen kısım üzerinden vekâlet ücretine hükmedilemeyeceği gerekçesiyle davalı vekilinin bu yöne ilişkin talebinin reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekillerince, 22.12.2021 tarihli ek karara karşı davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 06.07.2022 tarihli ve 2022/404 Esas, 2022/1271 Karar sayılı kararı ile; davacı erkeğin asıl davadaki indirime ilişkin karara ve davalı kadının ek karara ilişkin istinaf başvurularının kısmen kabulü ile 22.12.2021 tarihli ek kararın tümden kaldırılmasına, tarafların sair istinaf başvurularının reddine, Yargıtay uygulaması dikkate alındığında Borçlar Kanunu'nun 19 ve 20. maddelerine aykırı bulunmayan karşılıklı sözleşmelerde edimler arasındaki dengenin umulmadık gelişmeler yüzünden sonradan bozulması durumunda sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması gerektiği, dava tarihi itibari ile somut olaya bakıldığında davacının TL üzerinden emekli aylığı aldığı, boşanmanın kesinleştiği tarihteki TCMB alış kurunun 1,64 TL eldeki dava tarihinde ise 7,38 TL olduğu, kur farkları ve ekonomik göstergeler dikkate alındığında döviz üzerinden belirlenen yoksulluk nafakasının Türk Lirası olarak uyarlanması gerektiği belirtilerek, İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 25.03.2003 tarihli ve 2002/8.0 Esas, 2003/1.6 Karar sayılı ilâmı ile kadın yararına hükmedilen aylık 1.500 USD yoksulluk nafakasının dava tarihi olan 05.01.2021 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere Türk Lirasına uyarlanmasına ve aylık 2.500,00 TL yoksulluk nafakası ödenmesine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "... Evlilik birliğini sonlandırmak isteyen eşlerin dayanabileceği boşanma sebeplerinden birisi de anlaşmalı boşanmadır. Anlaşmalı boşanmaya hükmedilebilmesi için eşlerin boşanmanın mali sonuçlarına ve çocuğun durumuna ilişkin bir anlaşmayı hâkimin onayına sunması ve hâkimin de bu anlaşmayı onaylaması gerekmektedir. Anlaşmalı boşanmanın maddi koşullarından biri olan bu anlaşmanın yapılabilmesi için hem eşler hem de boşanma kararı verecek hâkim bakımından bazı koşulların yerine getirilmiş olması gerekir. Türk Borçlar Kanunu’nun sözleşmelerin kurulması, geçerliliği ve hükümlerine ilişkin hükümleri, boşanma hukukunda aksine bir hüküm olmadıkça boşanmaya ilişkin anlaşma bakımından da geçerlidir. Eşler arasında yapılan anlaşma, boşanmanın fer'i sonuçlarına ilişkin taraflarca düzenlenen ve hâkimin onay şartına bağlı özel hukuk sözleşmeleridir.

Her sözleşme, ifa edilmek amacıyla akdedilmektedir. Ahde vefa ilkesi uyarınca sözleşme kurulduktan sonra meydana gelen hal ve şartlar, tarafların sözleşme ile üstlendikleri ifaları etkilememelidir. Sözleşme yapıldığında karşılıklı edimler arasında mevcut olan denge sonradan şartların olağanüstü değişmesiyle taraflardan biri aleyhine katlanamayacak derecede bozulmuşsa, taraflar artık o akitle bağlı tutulmazlar, değişen bu koşullar karşısında kaideten TBK'nın 138. maddesinden yararlanarak sözleşmenin yeniden düzenlenmesini mahkemeden isteyebilirler.

Somut olayda, mahkemece yaptırılan tarafların sosyal ve ekonomik durum araştırmalarında; davalının emekli olduğu, 2000 TL emekli maaşı aldığı, 3000 TL kira bedelini kardeşinin aldığı, bakmakla yükümlü olduğu fiziksel engelli anne ve bir çocuğunun olduğu, davacının emekli olduğu; 3.500 TL civarında emekli maaşı aldığı 1.300 TL kira verdiği yeniden evlendiği, eşi ve bu eşinden olan 2012 doğumlu çocuğunun olduğu, eşinin danışmanlık şirketi olduğu anlaşılmıştır. Davacının her ne kadar eşine ait olduğu anlaşılan şirketin az hisseli ortağı olduğu görülse de davacının banka dökümleri ve tanık beyanları da ayrıca değerlendirildiğinde davacının gelirinin sadece emekli maaşı ile sınırlı olmayıp, gelir düzeyinin yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla tarafların boşanma tarihinde yapılan sosyal ve ekonomik durum araştırması ile huzurda ki dava tarihinde yapılan araştırma arasında aşırı bir iyileşme ya da kötüleşme olmadığı sabittir.

Davacının boşanma protokolü ile belirlenen yoksulluk nafakasını ödemeyi kabul etmesi sonrasında, aradan geçen zaman içerisinde tarafların her ikisinin de protokol gereği ve yine mahkemece de kabul edildiği üzere erkeğin boşanmanın gerçekleştiği tarihe göre ekonomik durumunda aşırı bir kötüleşmenin olmadığı, davalı kadının da sosyal ve ekonomik durumunda dava tarihi itibariyle aşırı bir değişiklik olmadığı, döviz kurundaki değişiklik davacının öngöremeyeceği derecede ülke bazında ön görülemeyen bir kriz nedeni ile ani bir artış şeklinde meydana gelmediği, uyarlamayı gerektirecek mahiyette olmadığı dikkate alındığında davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi ile yoksulluk nafakasının indirilmesi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir..."

gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile her ne kadar Yargıtay bozma ilâmında tarafların durumlarında olağanüstü değişiklik olmadığı kabul edilmiş ise de; yoksulluk nafakasının başlangıç tarihi olan 2003 yılından sonra davacının ekonomik ve sosyal durumunun olumsuz yönde, buna karşılık davalının ise oldukça olumlu yönde geliştiği, yoksulluk nafakasının başlangıç tarihi ile eldeki dava tarihi arasında USD kurunda yaklaşık 4,5 katlık bir artışın yaşandığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı vekili temyiz dilekçesinde; anlaşmalı boşanma protokolü uyarınca hükmedilen yoksulluk nafakasına ilişkin işlem temelinin çökmediğini ve davacının aşırı ifa güçlüğü durumunda olmadığını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesi yönünde hükmün bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Türk Medeni Kanunu’nun 176/4 hükmüne dayanılarak açılan yoksulluk nafakasının uyarlanmasına ilişkin eldeki davanın kabulünü gerektirecek yasal koşulların oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 166/3 ve 176. maddesi.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 138. maddesi.

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

2. Bilindiği üzere 4721 sayılı Kanun'un 166. maddesinin 3. fıkrası; "Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz" hükmünü taşımaktadır.

3. Uygulamada -anlaşmalı boşanma- kavramı ile ifade edilen bu madde uyarınca eşler; temelinden sarsılmış olduğuna kanaat getirdikleri evlilik birlikleri hakkında, sonradan doğabilecek ihtilafları önlemek amacıyla karşılıklı tavizlerde bulunarak, boşanma nedeni ile doğacak yükümlülüklerini kendi iradeleri ile belirleyebilirler. Dolayısıyla anlaşmalı boşanmaya dayanak protokol hükümlerinin düzenleme altına alındığı bu sözleşmeler, boşanmanın fer'i sonuçlarına ilişkin olan ve hâkimin onay şartına bağlanmış özel hukuk sözleşmeleridir (Süleyman Topak, Boşanma Davalarında Yargılama Usulü, İstanbul-2021, s. 381).

4. Somut olayda taraflar 11.02.1991 tarihinde evlenmiş, bu evlilikten 02.12.1996 tarihinde bir çocukları dünyaya gelmiş ve 11.04.2003 tarihinde kesinleşen mahkeme kararı ile 4721 sayılı Kanun'un 166/3 maddesi uyarınca boşanmışlardır. İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 25.03.2003 tarihli ve 2002/8.0 Esas ve 2003/1.6 Karar sayılı kararının incelenmesinde; taraflar arasında düzenlenmiş bulunan 12.12.2002 tarihli protokol hükümleri uyarınca; tarafların anlaşmalı olarak boşanmalarına, ortak çocuğun velayetinin anneye verilmesine, baba ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulmasına ve ayrıca çocuk yararına 1.000 USD iştirak nafakası, davalı kadın yararına da 1.500 USD yoksulluk nafakası ödenmesine karar verilmiştir.

5. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikli olarak; hâkimin onayı ile kesinleşmiş mahkeme ilâmında yer alan, anlaşmalı boşanmaya dayanak protokol hükümlerinin hukuki niteliği hususu açıklığa kavuşturulmalıdır. Kanun koyucunun, 4721 sayılı Kanun'un 166/3 maddesinde yer verdiği "boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu" şeklindeki lafzından; eşlerin birbirlerine karşılıklı olarak ödemekle yükümlü oldukları yoksulluk nafakası ve tazminatlar ile çocuklar bakımından geçerli olan velayet, kişisel ilişki ve iştirak nafakası konularını ayrı ayrı ele aldığı anlaşılmaktadır. Zira hâkim karar verirken; tarafların boşanmanın fer'i sonuçlarına ilişkin yapmış oldukları anlaşmaları (TMK md. 185/5) göz önünde tutabilirse de, özellikle velayet ve buna bağlı sonuçlar bakımından yapılacak olan düzenlemede eşlerin anlaşmış olması, hâkim yönünden bağlayıcı değildir. Buradan hareketle; tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilme hakkına sahip oldukları yoksulluk nafakası ile tazminat edimlerinin sözleşmeden, buna karşılık çocuklara ilişkin velayet, kişisel ilişki ve iştirak nafakasına ilişkin hükümlerin ise mahkeme kararından sadır olduğu kabul edilmelidir (Turgut Öz, Soybağı Reddi Davasında İspat ve Süreler, Medeni Hukuk Alanındaki Güncel Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi Sempozyumları, Cilt II: Aile Hukuku, Ed. Baki İlkay Engin, İstanbul-2019, s. 223).

6. Yerel mahkemece verilen ve 11.04.2003 tarihinde kesinleşen "1.500 USD yoksulluk nafakası ödenmesine" ilişkin karara karşı eldeki uyarlama davası, 05.01.2021 tarihinde erkek eş tarafından açılmıştır. Uyuşmazlığa konu -yoksulluk nafakası- her ne kadar Türk Medeni Kanunu hükümlerinden kaynaklanmakta ise de; yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebildikleri, boşanmanın mali sonuçlarına ilişkin yoksulluk nafakasına yönelik protokol hükümleri, hâkimin onayından sonra genel sözleşme hükümlerine tabi olduklarından uyuşmazlığın çözümü için "sözleşmenin uyarlanması" kavramının da açıklanması gerekmektedir.

7. Sözleşmenin uyarlanması denilince akla ilk olarak "pacta sunt servanda" ve "clausula rebus sic stantibus" olmak üzere iki Latince ifade gelir. Verilen söze sadık kalınmasını ifade eden -Ahde Vefa- ilkesinin Latince karşılığı olan "Pacta Sunt Servanda" ilkesine göre sözleşmenin tarafları, özgür iradeleri ile kurdukları sözleşmede kararlaştırılan hükümlere riayet etmeye mecburdurlar. Ahde vefa; uluslararası hukukta yanların imzaladıkları "koşullar ne olursa olsun antlaşmayla bağlı kalacakları" ilke olarak ifade edilmektedir (Türk Hukuk Lugatı, Ankara-2021, Cilt-I, s. 26). Ne var ki; zamanla değişen hâl ve şartların sözleşemeye herhangi bir etkisinin olmayacağını kabul etmek, her zaman adalete uygun sonuçlar doğurmayabilir. Başta özerk iradeye dayanan ve adaletli olduğu varsayılan sözleşmenin, sonradan adaletsiz hale gelmesi durumunda, sorunu çözmek için öne sürülen "Clausula Rebus Sic Stantibus" kavramı ise; sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan değişikliklerin adaletsiz bir durum yaratması hâlinde, sözleşmenin bu değişikliklere uyarlanmasını ifade etmek üzere kullanılmaktadır (Başak Baysal, Sözleşmenin Uyarlanması, İstanbul-2020, N. 13).

8. Özü itibari ile birbiri ile çatıştığı ve birbirini dışladığı izlenimi veren bu iki ilkenin de nihai amacı, sözleşme adaletini sağlamak olduğundan; bu ilkelerin birbirini tamamladığı unutulmamalıdır. Nitekim sözleşmelerin; değişen koşulların yarattığı adaletsizlikten kurtarılarak, hükümlerini doğurmaya devam etmesini kabul etmek, sözleşmeye bağlılık ilkesini tamamlayıcı özellik taşır. Günümüzde sözleşmenin uyarlanması kavramının tarihsel kökenini oluşturan -clausula rebus sic stantbus- teorisi, birçok ülke hukukunda aynı isim altında incelenmekte ise de aynı adla savunulmamaktadır.

9. İngiliz hukukunda, sözleşmenin kurulmasından sonra değişen koşullar sonucu ifanın güçleşmesi "frustration" teorisi kapsamında ele alınmıştır. İngiliz hukukunda geliştirilen ve Türk hukukunun da dahil olduğu Kıta Avrupası hukukunda uygulanabilirliği bulunmayan -Frustration teorisi- aslında bir imkânsızlık teorisi olup, sözleşmenin kendiliğinden sona ermesi sonucunu doğurmaktadır. Hatta tarafların ortaya çıkan durum değişikliğinden sonra da sözleşme varlığını sürdürüyormuşçasına ilişkiye devam etmeleri de bu sonucu değiştirmemektedir (Baysal, N. 174 ilâ 186).

10. İsviçre hukukunda; değişen koşulların sözleşmeye etkisi kanunda sadece bazı sözleme tiplerine ilişkin olarak düzenlenmiş olup, sözleşmenin uyarlanması konusunda tam bir teori geliştirilmemiş, sorun sözleşme çerçevesinde çözüme kavuşturulmaya çalışılmıştır. İsviçre doktrini, hâkim müdahalesinin şartları ve sonuçları üzerinde durmuşsa da, bu müdahalenin hukuki temeline ilişkin bir teori üretmemiştir. Günümüzde "Clausula Rebus Sic Stantibus" ismi altında savunulan tüm teorilerin çıkış noktası dürüstlük kuralıdır. Ne var ki dürüstlük kuralı tek başına, sözleşmeye hâkim müdahalesi gerektiren -somut ölçütlerin- ortaya konulduğu bir teori değildir (Baysal, N. 187 ilâ 214).

11. Sözleşmelerin değişen koşullar sonucu bozulan dengesini tekrar sağlama sorunu, Fransız hukukunda ise "emprevizyon" başlığı altında tartışılmış ve Fransız Temyiz Mahkemesi özel hukuk uygulamasında bu teorinin uygulanmasına izin vermemiştir (Baysal, N. 123). Ne var ki Fransa'nın ticaret yaptığı ülkelerin büyük çoğunluğu tarafından sözleşmelerin uyarlanmasının kabul edilmiş olması Fransız hukukunda da sözleşmelerin uyarlanmasına ilişkin katı görüşlerin yumuşamasına yol açmış ve 01.10.2016 tarihinden itibaren yürürlükte bulunan Fransız Medeni Kanunu'nun 1195 hükmüne göre; değişen koşullar karşısında, tarafların öncelikli olarak sözleşme için yeniden müzakerelere oturacağı, bu müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanması sonucu uyarlama veya sözleşmeden dönme aşamasına geçilebileceği düzenleme altına alınmıştır.

12. Nihayet Türk hukukunda 6098 sayılı Kanun'un 138. maddesinin gerekçesinde anılan "işlem temelinin çökmesi" teorisi, esasen Alman hukukunda geliştirilmiş bir teoridir. Dolayısıyla günümüzde, sözleşmelerin uyarlanması konusunda üç teoriden bahsetmek mümkündür. Bunlar; Türk hukukunda uygulanması mümkün olmayan frustration teorisi ile çıkış noktası dürüstlük kuralı olan emprevizyon ve işlem temelinin çökmesi teorileridir. Belirtmek gerekir ki; işlem temelinin çökmesi teorisinin uygulama alanı, emprevizyon teorisinden çok daha geniştir. Sözleşme ile izlenen amacın boşa çıkması durumu emprevizyon teorisinin kapsamı dışında kalır. Diğer yandan emprevizyonun söz konusu olabilmesi için, edim-karşı edim ilişkisinin mutlaka parasal bir değerle ifade edilebilmesi de aranmaktadır (Baysal, N. 340).

13. Bilindiği üzere, 6098 sayılı Kanun'un 138. maddesi "Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır. Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır" hükmünü taşımaktadır.

14. Türk hukukunda 6098 sayılı Kanun'un "Aşırı ifa güçlüğü" başlığı altında düzenlenen 138. maddesi, sözleşmenin değişen şart ve durumlara uyarlamasını düzenleyen başlıca genel hüküm olup, aynı Kanun'un 480/2 hükmünde de -eser sözleşmesinde uyarlama- özel bir hüküm olarak ayrıca düzenlemiştir (Fikret Eren/Ünsal Dönmez, Eren Borçlar Hukuku Şerhi, Cilt-III, Ankara-2022, N. 4). Anılan maddelerde doğrudan, yol gösterici nitelikteki genel bir hukuk kuralı olan, dürüstlük kuralına atıf yapıldığı görülmektedir. Ne var ki sözleşme adaletini yeniden sağlayarak adil bir sonuca erişmek için dürüstlük kuralı yeterli değildir. 6098 sayılı Kanun'un 138. maddesinin uygulanabilmesi için elbette hakkaniyete ve dürüstlük kuralına aykırı bir durum aranır. Ne var ki verilecek kararlarda keyfiliğin önlenebilmesi için, dürüstlük kuralının somutlaştırıldığı bir teoriye ihtiyaç bulunmaktadır. Kanun koyucu, 6098 sayılı Kanun'un 138. maddesinin gerekçesinde aynen -işlem temelinin çökmesi- ifadesine yer verdiğinden, Türk hukukunda sözleşmelerin uyarlanmasına ilişkin olarak işlem temelinin çökmesi teorisinin uygulanması konusunda tereddüt etmemek gerekir.

15. Esasen sözleşmenin uyarlanmasına ilişkin tüm teoriler gerçekte somut olay adaletine ulaşmayı amaçlar. Bu nedenle sözleşmenin uyarlanmasının kabul edildiği tüm hukuk sistemlerinde aranan ilk şart, sözleşmenin kurulmasından sonra meydana gelen durum değişikliği olup son aşamada asıl belirleyici olan ise dürüstlük kuralıdır. Zira sözleşmenin kurulmasından sonra değişen şartlar sözleşme taraflarından biri için ifayı -ondan beklenemez hale sokuyorsa- özgür irade ile kurulmuş bu sözleşme ilişkisine düzeltici bir müdahale yapılmasının hukuki temeli, dürüstlük kuralına dayanır. Nitekim kanun koyucu, 6098 sayılı Kanun'un 138 hükmünde açıkça dürüstlük kuralına atıf yapmıştır.

16. Türk Borçlar Kanunu'nun 138 hükmünün uygulanabilmesi için belirli şartların oluşması gerekir. İfa sürecinde karşılaşılan her olumsuzluk sözleşmenin uyarlanmasına imkan vermez. Sözleşmenin değişen koşullara uyarlanabilmesi için her somut olay nesnel bir değerlendirmeye tabi tutulmalı, bu değerlendirme tarafların ve uyarlanması istenilen sözleşmenin özelliklerine göre yapılmalıdır. Doktrinde, işlem temelinin çökmesi teorisinin, hangi durum değişikliklerinin uyarlama imkanı vereceğinin belirlenmesi açısından diğer teorilere nazaran daha nesnel veriler sunduğu ifade edilmektedir (Baysal, N. 489).

17. Türk Borçlar Kanunu'nun 138 hükmü uyarınca işlem temelinin çökmüş sayılabilmesi için madde gerekçesinde aranan şartlar: "1. Sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalıdır.

2. Bu durum borçludan kaynaklanmamış olmalıdır.

3. Bu durum, sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olmalıdır.

4. Borçlu, borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır" şeklinde sıralanmıştır. Bu gerekçeden hareketle işlem temelinin çökmüş sayılabilmesi için aranan şartlar dört ana başlık altında toplanmaktadır. İşlem temelini oluşturan durumlarda sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan esaslı bir değişiklik bulunmalı, bu değişiklik önceden öngörülemez olmalı, değişik talep edenden kaynaklanmamalı ve değişen koşullar sonucu sözleşmenin ifasının borçlu olan taraftan beklenmesi dürüstlük kuralına aykırı olmalıdır. Sözleşmenin uyarlanması için gereken tüm bu şartların bir arada bulunması zorunludur. Başka bir deyişle 6098 sayılı Kanun'un 138. maddesinde belirtilen bu şartlardan bir tanesi dahi bulunmazsa sözleşmenin uyarlanması söz konusu olmayacaktır.

18. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki, hangi tür durum değişikliklerinin sözleşmenin uyarlanması imkanı vereceğini belirlerken, 6098 sayılı Kanun'un temel hatasına esas olan işlem temeli kavramına ilişkin 32. maddesinin de dikkate alınması gerekir. Doktrinde işlem temelinin çökmüş sayılabilmesi için, beklenmedik olgunun eğer baştan mevcut olsaydı -esaslı temel hatası- nedeniyle sözleşmeyi iptale elverişli sayılabilecek bir ağırlık taşıması gerektiği belirtilmektedir (Rona Serozan, İfa-İfa Engelleri-Haksız Zenginleşme, İstanbul-2016, s. 225). Değişikliğin esaslı olduğu işlem temelinin çökmesi halleri ise; edimler arası dengenin sarsılması, aşırı ifa güçlüğü ve işlem ile izlenen amacın boşa çıkması olarak üç ana grupta ele alınmaktadır (Hayri Pakdil, Türk Borçlar Kanunu Madde 138 Çerçevesinde Sözleşmenin Değişen Koşullara Uyarlanması, Ankara-2020, s. 46 ilâ 75).

19. Somut olay itibariyle sözleşmenin uyarlanmasına ilişkin "Aşırı ifa güçlüğü" kavramı üzerinde durulmalıdır. Aşırı ifa güçlüğü, edimin imkansızlaşmamasına rağmen borçlunun borç ilişkisi ile bağlantısını koparacak ağır çabalarla edimini ifa edecek olması durumunu ifade etmektedir (Baysal, N. 537). Burada sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan olağanüstü durum, ifayı imkansızlaştırmamakta fakat güçleştirmektedir. Dolayısıyla aşırı ifa güçlüğünden bahsedildiğinde, edimin ifasının mümkün olup olmadığı değil; ifanın, borçludan beklenebilir olup olmadığı sorusu öne çıkar.

20. Aşırı ifa güçlüğü nedeniyle sözleşmenin uyarlanmasında "öngörülmezlik" en temel ve kilit noktayı oluşturur. Nitekim Fransız hukukunda konuya dair geliştirilen teorinin adı olan "emprevizyon" kelimesi dahi önceden görülememe anlamını taşımaktadır. Kapsamının belirlenmesi oldukça zor olan -önceden görülmezlik- kavramının sınırları, Yargıtay içtihatları ile ortaya konulan yardımcı ölçütlerle belirlenmelidir. Öngörülmezliğin değerlendirilmesinde, sözleşmenin niteliği ve süresi büyük önem taşır. Somut olayda olduğu gibi süresiz yoksulluk nafakası ödenmesine ilişkin uyuşmazlıkta; protokol tarihi olan 12.12.2002 tarihinden dava tarihi olan 05.01.2021 tarihinde kadar geçen sürenin uzunluğu, işlem temelinin çöküp çökmediğine dair zamansal bir ölçüt olarak ele alınıp, önceden görülmezliği artıran bir olgu olarak kabul edilmelidir.

21. Öngörülmesi beklenmeyen duruma ilişkin taraflar bakımından "dürüst, makul ve mantıklı" bir kişiden beklenen öngörüyü gösterip göstermediği kriteri önem arz eder. Bunların yanında tarafların sosyal statüsü, eğitimleri, meslekleri gibi kişisel nitelikleri sübjektif olarak değil, somut olay bazında onların durumunda bulunabilecek diğer makul kişiler gözetilerek, dürüstlük kuralı çevresinde ele alınmalıdır. Zira sözleşmenin uyarlanması ile sözleşmeye bağlılık ilkesinin rafa kaldırılması değil aksine dürüstlük kuralı uyarınca sözleşme adaletinin yeniden sağlanması amaçlanmaktadır.

22. Türk Borçlar Kanunu 138 hükmünde öngörülen şartlardan birisi de, öngörülmez nitelikteki durum değişikliğinin borçludan kaynaklanmamış olmasıdır. Bu şart bir yönüyle sözleşmenin kurulduğu esnadaki koşulların değişmesine sebep olan olayların uyarlama talep eden tarafın hâkimiyet alanından kaynaklanmaması gerektiğini ifade ederken, bir yönüyle de ortaya çıkan durum değişikliğinin sonuçlarının ağırlaşmasını engellemek için gerekli tedbirleri alması gerekliliğine de işaret etmektedir.

23. Son olarak öngörülemezliğin tespiti yapılırken yalnızca değişen şartların ortaya çıkma ihtimali göz önüne alınmamalı, değişen şartlar öngörülebilir olsa da bu durumun kapsamı, şekli ve sonuçları tahmin edilemez bir nitelik taşımalıdır. Başka bir deyişle taraflar sözleşmenin kurulmasından sonra değişen şartları öngörmüş olsalar da, bu durumun sonuçları açısından bir öngörülemezlik söz konusuysa uyarlama talep edilebilmelidir. Bu durumda öngörülemezliğin hukuki sonuç doğurabilmesi için öngörülemeyen durumun, öngörülebilir durumdan esaslı surette sapmış olması gerekir. Nitekim benzer hususlar Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 27.10.2022 tarihli ve 2022/3-609 Esas, 2022/1391 Karar; 15.02.2023 tarihli ve 2021/11-972 Esas, 2023/67 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

24. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; taraflar arasındaki evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle 12.12.2002 tarihinde İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/8.0 Esas numaralı dosyası ile anlaşmalı boşanma davası açıldığı, aynı tarihli protokol uyarınca eşlerin boşanmanın mali sonuçları ile ortak çocuğun durumu hakkında anlaşmaya vardıkları, 12.12.2002 tarihli protokolün hâkim tarafından uygun bulunması sonucu Mahkemece 25.03.2003 tarihli kararı ile 4721 sayılı Kanun'un 166/3 maddesi uyarınca boşanmaya ve kadın yararına 1.500 USD yoksulluk nafakası ödenmesine karar verildiği, hükmün 11.04.2003 tarihinde kesinleştiği, davacı tarafından 05.01.2021 tarihinde açılan eldeki dava ile döviz cinsinden hüküm altınan yoksulluk nafakasına karşı Türk Lirası cinsinden uyarlama talep edildiği anlaşılmıştır. Davalı kadın ise; davacı erkeğin şu anda evli olduğu ve o tarihlerde iş arkadaşları olan kadın ile kendisini aldattığını, tarafların evlilik birliği halen devam ederken davacının diğer kadın ile birlikte yaşamaya başladığını, yaşanan bu onur kırıcı olay nedeni ile manevi dünyasının yıkıldığını, işinden ayrılmak zorunda kaldığını, davacının sırf boşanmayı kolaylaştırmak adına protokolde yazılı taahhütleri üstlendiğini ve bu şartlar altında boşanmayı elde ettiğini savunmuştur.

25. Anlaşmalı boşanma sonucu döviz cinsinden hüküm altına alınan iratların (TMK md. 176), Türk Lirasına uyarlanması istemli eldeki davada; davalı taraf uyarlama talep eden erkeğin, eşine "süresiz ve koşulsuz döviz cinsinden" yoksulluk nafakası ödeyeceğini taahhüt etmesi karşılığında boşanmayı elde ettiğini, bu nedenle sonradan açılan davanın dürüstlük kuralına aykırı olduğunu savunmaktadır. Öyle ise öncelikli olarak açılan davanın dürüstlük kuralına aykırı olup olmadığı değerlendirilmelidir.

26. Dava konusu yoksulluk nafakasına ilişkin protokolün düzenlendiği 12.12.2002 ve hükmün kesinleştiği 11.04.2003 tarihlerinde -tarafların birbirini doğrular nitelikteki beyanları uyarınca- erkeğin; özel bir şirkette genel müdürlük yaptığı, yaklaşık olarak 5.500 USD maaş aldığı, bu iş yerinden ayrıldıktan sonra benzer pozisyonda çalışmaya devam ettiği ancak 30.04.2004 tarihinde iş akdinin feshedildiği, işini kaybeden erkeğin serbest çalışmaya başladığı, 05.08.2006 tarihinde ikinci kez evlendiği, bu evliliğinden 21.12.2012 tarihinde bir çocuğunun dünyaya geldiği, 01.12.2014 tarihinde emekli olduğu, dosyada mevcut 08.01.2021 tarihli sosyal ekonomik durum araştırma tutanağına göre aylık 3.500,00 TL emekli maaşı aldığı, adına kayıtlı mal varlığının bulunmadığı, aylık 1.300,00 TL kira ödediği, bakmakla yükümlü iki çocuğunun bulunduğu, eşi adına kayıtlı şirkette 2/200 pay sahibi olduğu, tarafların ortak çocuğu olan Ege'nin "davacının şirketten en fazla emekli maaşı kadar gelir elde ettiği" yönünde beyanda bulunduğu anlaşılmıştır. Buna karşılık kadının 07.01.2021 tarihli tutanağa göre emekli olduğu, aylık 2.000,00 TL maaş aldığı, adına kayıtlı Selçuk ilçesinde beş dönümlük bir zeytinlik içerisine yaptırdığı evde yaşadığı, İstanbul'da başka bir evinden 3.000,00 TL kira geliri elde ettiği, tanık beyanları uyarınca işletmekte olduğu zeytinlikten de gelir elde ettiği görülmüştür. Boşanma tarihinden dava tarihine kadar geçen 18 yıllık süre sonunda tarafların ekonomik ve sosyal durumlarına bakıldığında; kadının gelirinde ve mal varlığında artış olduğu buna karşılık erkeğin ise maddi anlamda güçsüzleştiği tereddütsüzdür. Nafaka yükümlüsü erkeğin mesleği, sosyal statüsü, yaşı uyarınca emekli sınıfında kabul edildiği, geliri ile orantılı yaşam standardı, ortak çocuğun anne ve babasının ekonomik durumlarına ilişkin ifadeleri bir bütün olarak gözetildiğinde, açılan davanın dürüstlük kuralına aykırı olduğu söylenemez.

27. Davalı edimler arasındaki dengenin sarsılmadığını da savunmuştur. Karşılıklı edimler içeren sözleşmelerde tarafların birbirine sağlamayı taahhüt ettikleri edimler arasında bir menfaat dengesinin bulunduğu kabul edilir. Bilindiği üzere ülkemiz ekonomisinin alınan tüm tedbirlere rağmen istikrarlı bir duruma gelmediği, TCMB tarafından gerçekleştirilen Türk parasının yabancı paralar karşısındaki değer kaybının engellenmesine yönelik tüm çalışmalara rağmen yükselen enflasyonun düşürülemediği bilinen bir gerçektir. Savunma kapsamında; erkeğin -kolayca boşanma- yönünde menfaat elde ettiği, bunun karşılığında döviz cinsinde nafaka ödemeyi kabul ettiği ileri sürülmüştür. Oysaki nafakanın hükmedildiği tarih ile direnme karar tarihindeki döviz kuru karşılaştırıldığında ve özellikle erkeğin dava tarihinde olduğu gibi günümüzde halen döviz cinsinden gelir elde etmediği gözetildiğinde nafaka borçlusunun "1.500 USD yoksulluk nafakasına yönelik" edimini ifa etmesi için harcaması gereken çaba ile nafaka alacaklısının menfaati kıyaslandığında, ortada bir orantısızlığın olduğu kabul edilmelidir. Böyle olunca döviz cinsinden hüküm altına alınan yoksulluk nafakasının Türk Lirası cinsinden ödenmesine karar verilmesine dair verilen karar isabetli olmuştur.

28. Somut olayda; aradan geçen uzun süre içerisinde tarafların ekonomik ve sosyal durumlarında gerçekleşen esaslı değişiklik, yoksulluk nafakasının niteliği ve amacı, makul insanlardan beklenen öngörü, zamansal olarak bakıldığında davanın on sekiz yıl sonra açılmış olması, esaslı değişikliğin nafaka yükümlüsünden kaynaklanmaması, taraflar arasındaki menfaat dengesinin orantısız hale gelmesi ve özellikle dürüstlük kuralı uyarınca aradan geçen uzun yıllar sonucunda artık ifanın borçludan beklenebilir olmadığı, 6098 sayılı Kanun'un 138 hükmünde belirtilen uyarlama koşullarının gerçekleştiği kabul edilmiştir.

29. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, aradan geçen zaman içerisinde tarafların ekonomik durumlarında bir değişiklik olmadığı, döviz kurundaki değişikliğin davacı tarafından öngörülebilecek bir durum olduğu, dolayısıyla direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle bozulması gerektiği görüşü ile her ne kadar somut olayda sözleşmenin uyarlanması koşulları oluşmuş ise de Bölge Adliye Mahkemesince karar altına alınan yoksulluk nafakası miktarının az olduğu, böyle olunca kadın yararına daha uygun miktarda yoksulluk nafakasına karar verilmesi gerektiği, bu nedenle hükmün değişik gerekçeyle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüşler yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

30. Hal böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup onanması gerekir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeple;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,

Dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

12.02.2025 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 17’si ONAMA, 6’sı DEĞİŞİK GEREKÇELİ BOZMA, 2’i ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.