KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

DEVLETİN SORUMLULUĞU İÇİN SALT TAPU SİCİLİNİN VEYA TAPU KÜTÜĞÜNÜN OLUŞUMU AŞAMASINDAKİ KADASTRO İŞLEMLERİNİN HATALI OLMASI YETERLİ DEĞİLDİR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2023/5-16
Karar No       : 2025/36

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Bismil 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                          : 21.06.2022
SAYISI                          : 2022/413 E., 2022/545 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 28.04.2022 tarihli ve 2021/6274 Esas,
                                        2022/7751 Karar sayılı BOZMA kararı

1. Taraflar arasındaki 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi uyarınca tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bismil 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 5. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnme kararı verilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; Diyarbakır ili Bismil ilçesi S. köyünde toplam 1.124.500 m2 yüzölçümlü 68 sayılı parselin 126.000 m2'ye karşılık gelen 36/320 hissesinin 21.09.2001 tarihli ve 800 yevmiye No.lu işlemle müvekkili tarafından satın aldığını, ancak Diyarbakır Kadastro Müdürlüğünce yapılan toplulaştırma işlemleri sonucunda 68 No.lu parselin yüzölçümünün 1.124.500 m2'den 124.500 m2'ye düşürüldüğünü, hissesine düşen yüzölçümünde azalma meydana geldiğini, mülkiyet hakkının kaybı nedeniyle uğranılan zararın Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesi uyarınca tazmin edilmesi gerektiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla ve belirsiz alacak davası olarak 1.000,00 TL'nin davalı Hazineden tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 26.06.2015 tarihli dilekçesiyle talebini artırmıştır.

Davalı Cevabı

5. Davalı; usulüne uygun tebligata rağmen cevap vermemiştir.

Mahkemenin Birinci Kararı

6. Bismil Asliye Hukuk Mahkemesinin 08.07.2015 tarihli ve 2014/1086 Esas, 2015/453 Karar sayılı kararı ile; 472.557,74 TL tazminatın dava tarihi olan 12.12.2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmiştir.

Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

8. Yargıtay (Kapatılan) 20. Hukuk Dairesinin 27.02.2018 tarihli ve 2017/5797 Esas, 2018/1484 Karar sayılı kararı ile; “… Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesine göre tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, çekişmeli taşınmazın arazi niteliğinde olduğu belirlenerek net gelir metoduna göre tazminat hesabı yapılması doğru ise de; tek ziraat bilirkişinin, dava tarihi itibarıyla hesapladığı değer üzerinden hazırladığı rapora göre karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.

TMK'nın 1007. maddesine göre açılan tazminat davalarında, mülkiyetteki azalma hangi işlem sonucu oluşmuş ise o işlemin, yani zarar verici işlemin kesinleştiği tarih itibarıyla taşınmaz değeri hesaplanmalıdır.

Somut olayda, yörede 1954 yılında yapılan tapulama sırasında 124.500 m2 olarak tespit gören taşınmazda, 3083 sayılı Kanuna göre yapılacak toplulaştırma işlemlerine altlık olmak üzere 3402 sayılı Kadastro Kanununun 41. maddesi gereğince düzeltme işlemi yapıldığı ve tersimat hatası bulunduğu tespit edilerek, taşınmaz yüzölçümünün 123.662 m2'ye düşürüldüğü, zemindeki fiili sınırlarda değişiklik olmadığı, davacıya düzeltme işlemine karşı 30 gün içinde sulh hukuk mahkemesinde dava açabileceğinin kadastro müdürlüğünce 24.01.2011 tarihinde tebliğ edildiği, ancak herhangi bir davanın açılmadığı, böylece 41. maddeye göre yapılan düzeltme işleminin tebliğden itibaren 30 gün sonra kesinleştiği anlaşılmaktadır.

O halde; öncelikle 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 15. maddesinde belirtilen yönteme göre oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığıyla yeniden keşif yapılmalı, 41. maddeye göre yapılan düzeltme çalışmasının kesinleştiği tarihe göre, değerlendirme konusu ürünlerin verim ve maliyet tabloları ilçe tarım müdürlüğünden istenip, yine aynı tarih itibarıyla, net gelir yöntemine göre davacı hissesine isabet eden değer tespit ettirilmeli ve sonucuna göre hüküm kurulmalıdır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Mahkemenin İkinci Kararı

9. Bismil Asliye Hukuk Mahkemesinin 27.06.2018 tarihli ve 2018/284 Esas, 2018/810 Karar sayılı kararı ile; (bozma kararına uyulmasına karar verildikten sonra) davanın kısmen kabul kısmen reddi ile 376.514,91 TL tazminatın dava tarihi olan 12.12.2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmiştir.

Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı

10. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

11. Yargıtay (Kapatılan) 20. Hukuk Dairesinin 15.01.2020 tarihli ve 2018/4808 Esas, 2020/121 Karar sayılı kararı ile; “… Dava; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesi uyarınca tazminat istemine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamındaki takyidatlı tapu kaydına göre; dava konusu taşınmaz; Diyarbakır ili, Bismil ilçesi, S. köyü, 68 parselde kain olup, 123.662,91 m2 yüzölçümüyle "susuz tarla" vasfıyla 36/320 hisseyle davacı Fahrettin T. adına dayanak 21.09.2001 tarih ve 800 yevmiye no'lu işlem ile tescil edilmiştir.

Yörede 1954 yılında yapılan tapulama sırasında 1.124.500,00 m2 olarak tespit gören taşınmazın yüzölçümü, tescil edilirken 124.500,00 m2 olarak yazılmış, sonrasında 3083 sayılı Kanuna göre yapılan toplulaştırma işlemlerine altlık olmak üzere 3402 sayılı Kadastro Kanununun 41. maddesi gereğince tersimat hatası bulunduğu tespit edilerek düzeltme işlemi yapılmış, 14.01.2011 tarihli komisyon düzeltme kararıyla zemindeki fiili sınırlarda değişiklik olmadığı, düzeltme işlemine karşı 30 gün içinde sulh hukuk mahkemesinde dava açılabileceği 24.01.2011 tarihinde davacıya tebliğ edilmiş, ancak davacı tarafından süresi içerisinde dava açılmamış olmakla, böylece 41. maddeye göre yapılan düzeltme işlemi tebliğden itibaren 30 gün sonra kesinleşmiş, taşınmazın yüzölçümü 19.01.2012 tarih ve 200 yevmiye no'lu işlem ile bu defa 123.662,91 m2 olarak tescil edilmiştir.

Dosya kapsamındaki fen bilirkişi raporunda ise bu husus; "Dava konusu Diyarbakır ili, Bismil ilçesi, S. köyünde kayıtlı 123.662,91 m2 alanlı 68 no.lu parselde davacı Fahrettin T.'ın 36/320 hissesine (36/320 X 123.662,91 m2) 13.912,08 m2 isabet etmekte olup, eski tapu alanı 1.124.500,00 m2'ye göre 36/320 hissesine (36/320 X 1.124.500 m2.) 126.506,25 m2 isabet etmektedir. Buna göre 68 no'lu parselin eski ve yeni yüzölçümlerine göre davacının hissesine isabet eden yüzölçümleri arasındaki fark; (126.506,25m2 - 13.912,08m2) 112.594,17 m2'dir." şeklinde ifade edilmiştir.         

 İncelenen dosya kapsamına göre; dava dilekçesinde "...S. köyünde, toplam 1.124.500,00 m2 yüzölçümlü 68 sayılı parselin 126.000,00 m2'ye karşılık gelen 36/320 hissesinin 21.09.2001 tarih ve 800 yevmiye no.lu işlemle davacı tarafından satın alındığı, ancak Diyarbakır Kadastro Müdürlüğünce yapılan toplulaştırma işlemleri sonucunda 68 sayılı parselin yüzölçümünün 1.124.500,00 m2'den 124.500.00 m2.'ye düşürüldüğü" ifade edilmiş olup, Kadastro Kanununun 41. maddesine istinaden süresi içerisinde davacı tarafından düzeltme talep edilmediğinin anlaşılmasına göre; bu durumda öncelikle davacının iyiniyetli olup olmadığının ve bir zararının doğup doğmadığının açığa kavuşturulması zorunlu olup bu inceleme neticesinde davacının iyiniyetli olması söz konusu değil ve dolayısıyla zararı oluşmamışsa dava açma hakkı olmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekir.

Davacının iyiniyetli olduğunun anlaşılması halinde ise; tapusu iptal edilen taşınmazın niteliği arazi olarak belirlendiğine göre, 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 15. maddesinde belirtilen yönteme göre oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığıyla yeniden keşif yapılmalı, 41. maddeye göre yapılan düzeltme çalışmasının kesinleştiği tarihe göre, değerlendirme konusu ürünlerin verim ve maliyet tabloları ilçe tarım müdürlüğünden istenip, yine aynı tarih itibarıyla, net gelir yöntemine göre davacı hissesine isabet eden değer tespit ettirilmeli arazi niteliğinde bulunan dava konusu taşınmaza yönelik olarak, sulu olup olmadığı, yerleşim alanlarına uzaklığı iklim şartları, arazinin toprak ve topoğrafik yapısı ve bölgesindeki konumu gözetilerek oluşturulacak bilirkişi kurulu yardımıyla çevrede yetiştirilen ürünlerin münavebesi, dekar başına ortalama verim, toptan satış fiyatı ve üretim maliyeti resmî verileri ilçe tarım müdürlüğünden getirtilerek, taşınmaz üzerinde meyve ağaçları varsa ağaçların cinsleri de dikkate alınmak suretiyle elde edilen verilere uygun biçimde değerlendirme yapılarak tapu kapsamındaki taşınmazların değeri hesaplanmalı, taşınmazın varsa mütemmim cüzleri, muhdesat ve sökülemeyen teferruatlarının değerleri bayındırlık birim fiyatları ve yıpranma oranları gözetilerek değerleme tarihine göre tespit ettirilmeli, bu şekilde tapusu iptal edilen taşınmazın zemin değeri, üzerindeki mütemmim cüz, muhdesat ve sökülemeyen teferruatları esas alınarak, tapu sahibinin oluşan gerçek zararının saptanarak oluşacak sonuca göre bir karar verilmelidir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Mahkemenin Üçüncü Kararı

12. Bismil 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 09.03.2021 tarihli ve 2020/256 Esas, 2021/247 Karar sayılı kararı ile; (bozma kararına uyulmasına karar verildikten sonra), tazminat isteğine dayanak S. köyünde bulunan 68 No.lu parselde kayıtlı taşınmazın evveliyatından beri fiilen kullanımı değişmeyip tüm zaman boyunca 124.500 m2'lik yüzölçümüne sahip olduğu, ilk tapulama tutanağının da bu yüz ölçümü üzerinden yapılıp tapunun tesis edildiği, 1.124.500 m2'lik bir yüzölçümünün çok daha geniş bir alanı kapsayacağı ve dava konusu taşınmazın bu büyüklükte bulunmasının olanaklı olmadığı gibi davacının taşınmazın bulunduğu köy sakini olması karşısında 124.500 m2'lik yüz ölçümü ile 1.124.500 m2'lik yüzölçümü farkını ayırtedebileceği, davacının satın aldığı taşınmazda bu kadar büyük bir hataya düştüğü iddiasının inandırıcı ve samimi bulunmadığı, davacının iyiniyetli olduğunun somut olayda kabulünün mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Dairenin Üçüncü Bozma Kararı

13. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

14. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 28.04.2022 tarihli ve 2021/6274 Esas, 2022/7751 Karar sayılı kararı ile; “… Dava, çekişmeli taşınmazın, tapu kaydının hatalı oluşması nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.

Mahkemece, bozma kararına uyularak davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; dava konusu Diyarbakır İli, Bismil İlçesi, S. Köyü, 68 parsel sayılı 124.000 metrekare yüzölçümlü taşınmazın 1954 yılında yapılan arazi kadastrosu sebebiyle dava dışı şahıslar adına tespit ve tescil edildiği, 21.09.2011 tarihinde 36/320 payının satış yoluyla davacıya devredildiği, dava konusu taşınmazın kadastro tutanağında 124.000 metrekare olarak yazılan yüzölçümünün tapu kütüğüne 1.124.500 metrekare olarak işlendiği, toplulaştırma çalışmalarına altlık oluşturmak için yapılan pafta sayısallaştırması ve alan kontrolünde 68 parsel sayılı taşınmazın alanının hatalı olduğunun tespit edilmesi üzerine 20.08.2010 tarihli teknik hataları düzeltme formu ile Kadastro Kanunu'nun 41. maddesine göre yüzölçümünün 123.662,91 metrekare olarak düzeltildiği, düzeltme işleminin davacıya 01.02.2011 tarihinde elden tebliğ edildiği ve düzeltme işlemine karşı dava açılmadığı, eldeki davanın 12.12.2019 tarihinde 10 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde açıldığı anlaşılmaktadır.

4721 sayılı TMK'nın sorumluluk kenar başlığını taşıyan 1007. maddesi "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur." hükmünü içermekte olup, bu maddede düzenlenen sorumluluk, kusura dayanmayan (objektif) bir sorumluluk türü olup, tapu sicil müdür ya da memurunun kusuru olsun ya da olmasın, sicilin tutulmasında; kişilerin mal varlığı çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir. Kusurun varlığı ya da yokluğu Devletin sorumluluğu için önem taşımamakta; sadece, Devletin memuruna rücu halinde iç ilişkide etkili olmaktadır. Bu itibarla yukarıda açıklandığı gibi tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı hatalar nedeniyle davacının uğradığı zarardan TMK’nın 1007. maddesi gereğince Devlet sorumludur.

Somut olaya bakıldığında ise, tapu kütüğüne 1.124.500 metrekare olarak işlenen taşınmazın 21.09.2011 tarihinde 36/320 payının satış yoluyla davacıya devredildiği, Kadastro Kanunu'nun 41. maddesine göre yapılan işlemle 1.124.500 metrekare yüzölçümlü taşınmazın alanının 123.662,91 metrekare olarak düzeltildiği bu şekilde uğranılan zararın tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı olduğu anlaşılmakla işin esasına girilip araştırma ve inceleme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, davacının iyiniyetli olmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesi,

Doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.

Direnme Kararı

15. Bismil 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.06.2022 tarihli ve 2022/413 Esas, 2022/545 Karar sayılı kararı ile; önceki karardaki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi

16. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

17. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi uyarınca tazminat istemine ilişkin eldeki davada, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı bir zararın doğup doğmadığı, buradan varılacak sonuca göre işin esasına girilerek araştırma ve inceleme yapılmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

18. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayalı tazminat davası ile ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.

19. Bilindiği gibi kadastro işlemleri, bir taşınmazın tapu siciline ilk kaydının yapılması için gerekli işlemlerdir. Bu işlemler yoluyla taşınmazın fiziki ve hukuki durumu tespit edilir, planı çıkarılır ve bunlara uygun olarak tapu siciline kaydı yapılır. 4721 sayılı Kanun'un 997 ve devamı maddelerinde düzenlenen tapu sicili, tescil ve açıklık ilkelerine göre taşınmazlar ile üzerlerindeki hakların durumlarını göstermek, bunların tesisini, intikal ve devirlerini sağlamak üzere Devletin yetkili kıldığı memurlar tarafından ve yine Devletin gözetim ve denetimi altında tutulan resmî bir sicildir. Tapu sicilinin, taşınmazların hukuki durumu hakkında bilgi verme ve taşınmazlar üzerindeki ayni haklarda aleniyeti sağlama gibi iki önemli işlevi vardır. Ancak tapu sicilinin kendisinden beklenen bu amacı isabetli bir şekilde yerine getirebilmesi için öncelikle taşınmazlar üzerindeki hakların, sınırlarının, yüzölçümlerinin ve diğer niteliklerinin doğru ve güvenilir bir şekilde belirlenip tescilin buna göre yapılmasını gerekli kılar.

20. Devletin, tuttuğu tapu kayıtlarının eksik ya da hatalı olması nedeniyle sorumlu tutulması mülkiyet hakkının korunması için çok önemli bir unsurdur. İşte tam bu noktada Devletin sorumluluğuna ve bu sorumluluğun hukuktaki niteliği üzerinde kısaca durulmasında yarar vardır.

21. Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzanan bir yol izlenir. Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Haluk, Tandoğan: Türk Mes’uliyet Hukuku, Ankara 1967, s. 89). Kusur sorumluluğunda “kusur”, sorumluluğun öğesidir (Fikret, Eren: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2017, s. 594).

22. Diğer bir anlatımla tazminat yükümlülüğünü kusura dayandırmak, önceleri adalete uygun ve yeterli görülmekte iken, zarar olasılıklarını çoğaltan büyük sanayinin gelişmesi, üretim ve taşıt araçlarının makineleşmesi, yeni enerji kaynaklarının bulunması halkın büyük şehirlerde yoğunlaşması ile modern hayatta zarar olasılıklarının çoğalması, böylece teknik ilerleme ve ona bağlı tehlikelerin artması ile birlikte zarar görenlere etkili bir koruma sağlamaya elverişsiz ve dolayısıyla adaleti sağlama bakımından da yetersiz kalmaya başlamıştır.

23. Böylece sanayileşme ile birlikte doğan tehlikeler hukuk alanında da etkisini doğurmuş ve bir kimsenin kusurlu olmasa dahi kendisinin verdiği zarar nedeniyle tazmin sorumluluğunu, kısacası kusursuz sorumluluğu getirmiştir (Haluk, Tandoğan: Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku, Ankara 1991, s. 1-4).

24. Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescil sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür.

25. Öğretide kusursuz sorumluluk hâlleri “olağan sebep sorumluluğu - tehlike sorumluluğu” gibi ikili ayırıma tabî tutulduğu gibi (Eren, s. 641 ve 693); “hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu” şeklinde üçlü ayırım yapanlar da vardır (Selahattin Sulhi Tekinay/Sermet Akman/Haluk Burcuoğlu/Atilla Altop: Tekinay Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, İstanbul, 7. Baskı, 1993, s. 498).

26. Öte yandan, “objektif sorumluluk” üst başlığı altında kusursuz sorumluluk hâlleri olarak da düzenlemeler bulunmaktadır. Tehlike sorumluluğu, terminolojide “ağırlaştırılmış sebep sorumluluğu”; “ağırlaştırılmış objektif sorumluluk” olarak yer alır (Cengiz, Koçhisarlıoğlu: Objektif Sorumluluğun Genel Teorisi, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1984, s. 183). Diğer sorumluluk türlerinden farklı olarak kurtuluş beyyinesi (kanıtı) yasalarda bulunmamaktadır. Ancak, uygun illiyet bağını kesen sebepler sorumluyu sorumluluktan kurtarır.

27. Taşınmazların tapu siciline kaydedilmesinde ve doğru sicillerin oluşturulmasında Devletin sorumluluğu o kadar önemlidir ki, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde, “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.

Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.

Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür” hükmü öngörülmüştür.

28. Devletin tapu sicilini çok düzgün tutması ve taşınmazların durumunu tespit ve tescil bakımından gerekli düzenlemelerin yapılarak açık hâle getirilmesi konusuna büyük önem verilmiş, bu sicillerin Devlet memurlarınca tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardan dolayı vatandaşlara karşı fer’î değil, aynen İsviçre’de olduğu gibi asli bir sorumluluk yüklenmiştir (Hıfzı Veldet, Velidedeoğlu / Galip, Esmer: Gayrimenkul Tasarrufları, İstanbul 1969, s. 512 vd; Jale, Akipek: Eşya Hukuku, Ankara 1972, s. 303).

29. Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için, tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi yoktur.

30. Taşınmazda Devletin tapu sicilini tutması, hak ve işlem güvenliğinin sağlanabilmesinin bir güvencesi niteliğindedir. Ancak sistemin tam olarak yerine getirilmesi, tapu siciline duyulan güvenin sürekliliğine bağlıdır. İşte 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde kanun koyucu sicilin doğru tutulduğuna güvenenlerin, sicilin yolsuz tutulmasından dolayı uğradıkları zararların Devlet tarafından ödeneceği ilkesini düzenleyerek güveni sağlamayı amaç edinmiştir.

31. Burada, kusursuz sorumluluğun dayanağı, tapu siciline bağlı büyük çıkarların ve yanlış tesciller sonucunda sicile güven ilkesi yüzünden ayni hakların yerinin doldurulmaz biçimde değişmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesinin varlığı ile açıklanabilir.

32. Görüldüğü üzere, tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir. Tapu müdür ya da memurunun kusuru olsun olmasın, tapu sicilinin tutulmasında kişilerin mameleki çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir. Kusurun varlığı ya da yokluğu Devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, sadece Devletin memuruna rücu hâlinde iç ilişkide etkisi söz konusu olmaktadır.

33. Bu noktada ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 tarihli ve 2009/4-383 Esas, 2009/517 Karar sayılı kararında da değinilen kadastro işlemlerinden doğan zararın, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zarar kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunun açıklanması gerekmektedir.

34. Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden sıralı işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.

35. Burada da Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla, kadastro görevlilerinin dayanaksız ya da gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek gerekir.

36. Yukarıda kapsamlı olarak açıklanan ilkeler ışığında somut olayda; dava konusu 68 parsel sayılı taşınmaz 1954 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında 124.500 m2 olarak dava dışı şahıslar adına tespit edilmiş, taşınmazın kadastro tutanağında 124.500 m2 olarak yazılan yüzölçümü, tapu kütüğüne 1.124.500 m2 olarak işlenmiştir.

37. Tapu Müdürlüğünün 21.09.2001 tarihli ve 800 yevmiye No.lu işlemi ile taşınmazın 36/320 payı satış yolu ile davacı Fahrettin T. tarafından devralınmıştır.

38. Sonrasında toplulaştırma işlemlerine altlık oluşturmak için yapılan pafta sayısallaştırılması ve alan kontrolünde 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 41. maddesi gereğince miktar hatası bulunduğu tespit edilerek düzeltme işlemi yapılmış, 14.01.2011 tarihli komisyon düzeltme kararıyla taşınmazın zemindeki fiili sınırlarda değişiklik olmadığı, planimetre karnesindeki alanın kütüğe yanlış tescil edildiği tespit edilmiş, düzeltme işlemine karşı 30 gün içinde sulh hukuk mahkemesinde dava açılabileceği 01.02.2011 tarihinde davacıya tebliğ edilmiş, ancak davacı tarafından süresi içerisinde dava açılmamış olmakla, 41. maddeye göre yapılan düzeltme işlemi tebliğden itibaren 30 gün sonra kesinleşmiş, taşınmazın yüzölçümü Kadastro Müdürlüğünün 19.01.2012 tarih ve 200 yevmiye No.lu işlemi ile bu defa 123.662,91 m2 olarak tescil edilmiştir.

39. Davacı vekili tarafından 12.12.2014 tarihinde 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi uyarınca tazminat istemli eldeki dava açılmıştır.

40. 4721 sayılı Kanunun 1007. maddesi kapsamında Devletin sorumluluğu için salt tapu sicilinin veya tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemlerinin hatalı olması yeterli olmayıp, öncelikle bir zararın ve bu zararın tapu sicilinin tutulması veya kadastro işleminden doğması veya kaynaklanması da gereklidir. Başka bir anlatımla tazminat sorumluluğu için tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan bir zarar bulunmalıdır. Herhangi bir zarar bulunmadıkça Devletin sorumluluğu da söz konusu olmaz.

41. Bu kapsamda tazminat isteğine dayanak S. köyünde bulunan 68 No.lu parsele ilişkin düzenlenen 14.01.2011 tarihli teknik hatalar düzeltme formunda taşınmazın sınırlarında eylemli değişikliğin olmadığı tespitinde bulunulmuş, 30.12.2020 tarihli fen bilirkişi raporunda da fiilen kullanım alanının öteden beri değişmediği belirtilmiştir.

42. Dolayısıyla davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin taşınmazın 36/320 hissesine tekabül eden 126.000 m2'lik kısmını ekip biçtiğini ileri sürülmüşse de, sınırlarında değişiklik olmayan taşınmazın tamamının zeminde zaten 124.500 m2'lik yüzölçüme sahip olduğu, 1954 yılında tutulan tapulama tutanağında da yüzölçümünün aynı şekilde gösterildiği ve zeminde kullanılan alanda hiçbir değişikliğin olmadığı, kaldı ki 1.124.500 m2'lik yüzölçümün çok daha geniş bir alanı kapsayacağı, davacının yöre sakini olması karşısında 124.500 m2'lik yüzölçümü ile 1.124.500 m2'lik yüzölçümü farkını ayırtedebileceği açıktır. Somut olayda kadastro tespit sırasında taşınmazın yüzölçümü ve sınırlarında bir yanlışlık yapılmayıp sadece tapu sicilinde yüzölçümü bilgisinin yanlış yazıldığı anlaşılmakta olup, 2001 yılında taşınmazda pay edinen davacının o günden beri arz üzerinde payına karşılık 126.000 m2 alanı ekip biçtiği yönündeki iddiası hayatın olağan akışına aykırıdır. Keza arz üzerinde hiçbir zaman var olmayan 1.000.000 m2 alan nedeniyle taşınmazın kadastro sırasında tespit edilen yüzölçümünün tapu siciline aktarımı sırasında önüne fazladan (1) rakamının eklenmesi suretiyle bir yanlışlığa yol açıldığı sabit ise de, yukarıda da değinildiği gibi davacı pay satın alırken taşınmazın gerçek yüzölçümünü bilebilecek durumdadır. Dava dilekçesi incelendiğinde de sicildeki bu yazım hatası dışında davacının bu hatadan kaynaklanan gerçek zararını ortaya koyacak başka bir maddi oldu ve delillere dayanılmadığı görülmektedir. Ayrıca davacının 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 41. maddesi uyarınca bizzat kendisine 01.02.2011 tarihinde yapılan tebligata rağmen 30 günlük süre içerinde Sulh Hukuk Mahkemesinde düzeltme davası açmamıştır. Açıklanan bütün hususlar birlikte değerlendirildiğinde, somut olayda tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı bir zararın doğmadığı sonucuna varılmıştır.

43. Öte yandan her ne kadar aynı taşınmazla ilgili olarak dava dışı paydaşlar Hüsnü Narin ve İhsan Narin tarafından açılan ve ilk derece mahkemesi tarafından bozma kararına uyularak kısmen kabul edilen tazminat davaları Özel Daire tarafından onanmak suretiyle kesinleşmiş ise de, anılan davalarda bozma kararına uyulmasına karar verilmesinden dolayı uyuşmazlıkların direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelmediği, eldeki direnmeye konu davada ise Hukuk Genel Kurulu tarafından Özel Dairenin kabulünün aksine yukarıda değinilen gerekçeler doğrultusunda zararın oluşmadığı kanaati hasıl olmuştur.

44. Hâl böyle olunca ilk derece mahkemesince verilen direnme kararı onanmalıdır.

IV. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

12.02.2025 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.